1 Mayıs 2012 Salı

On Sekiz.

Şu çayı da bazen o kadar seviyorum ki. Poşettir, demlemedir; dinlemiyor. Çok sık ve fazla çay içen bir insan değilim, genellikle günde bir defa sabah kahvaltısında. Bazen siyah çay, daha az sıklıkla meyve çayları, bazen de Lipton'un limonlu form çayı. Form tutmakla da alakam yok aslında, form çayına şeker atan bir insanım. Yine de tadını seviyorum, bence güzel bir birleşim. Gerçi son aldığım pakettekinin tadı biraz farklı çıktı sanki, otların tadı limondan biraz daha baskın geldi. Her şey değişiyor, limonlu bitki çayının tadı neden değişmesin?

Daha yeni doldurmuştum kupayı siyah çayla halbuki; uzun zamandır yerde toz içinde bekleyen puzzle'ı toplarken biraz soğumasına izin verince biraz çabuk içtim galiba. Poşetteki dem bardağın içinde kalan azıcık suya iyice geçti ve çay iyice acımtırak bir tat almaya başladı.

Silmek de yazmanın kendisidir aslında. Silerken, neyi yazmayacağınızı seçersiniz ve neyi yazmadığınız, neyi yazdığınızı da belirler aynı zamanda. Bu yüzden, silerken de en az yazarkenki kadar dikkatli olmak gerekir. Yazıp yazıp siliyorum bazı cümleleri, ondan sonra "Silmesem ne olur ki?" diye düşünüyorum. Bir şey olmaz aslında. Belki açığa vurmak istemediğim bazı şeyleri yazmış olurum, eğer yazdıklarımın biraz okunabilirliği varsa da belki birkaç kişi onları okur. Ama silersem eğer, o cümlelerin bu yazı için artık hiçbir anlamı yoktur. Kaybolmuşlardır. Hatta kaybolmamışlardır da aslında; çünkü göreceli evrenimizde bir şeyin kaybolması için önce orada "olması" gerekir. Halbuki onlar silindiklerinden itibaren "o anki ben"im dışımda bir yerlerde hiç olmamışlardır bile.

Düşünce akışı biraz önce kesildi. Birisi hortumu kırdı.

Yazıyı yazarken duraksayınca yazının başından başlayıp okumak ilhamı söndürebilir. İlhamı söndüren bir diğer şey de, düşünürken bölünmektir. Eğer bölünme sebebiniz saçma sapanın da ötesinde bir şeyse durum iyice içinden çıkılmaz bir hal alabilir; çünkü yazmak istediğinize ve yazabileceğinize inanmanıza rağmen o büyü ister istemez kaybolmuştur; çünkü kızarsınız ve kızgınlık odak noktası haline gelir; özellikle ilk anlarda bir kenara bırakamazsınız. Quidditch oyununda Harry Potter'ın kovaladığı şu küçük top (adı her neydiyse artık) gibi bir şey bu elimde tutmaya uğraştığım şey; tam ellerinizin arasındayken onu kaybedebilirsiniz ve eğer tekrar yakalayabilirseniz ne mutlu size.

Hava karardı, yine akşam ezanı okunmak üzere. Bütün bunları iki defadır günün bu saatine denk getirmemin bir sebebi olsa gerek. Biyolojik saat olabilir belki.

Hayat, seçimlerden ibaret midir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder