23 Eylül 2013 Pazartesi

Tanıdık, tanımadık ve kadifeden bir uyuşukluk

Boğazımız şişince verilen antibiyotikler gıcıklığına mı bu kadar büyük? Her şeyin birkaç parça eşyadan ibaret olmadığı düşüncesi bünyeyi sarsıyor. Evlere şenlik şeyler oluyor içerilerde. Korkusunu bir kenara bırak, acısına sarıl, sevincine sarıl. Ağlamaklı kelimelerden vazgeç. Çünkü bu senin olmak istediğin kişi değil. Olmak istediğin kişiden uzaklardasın uzun bir süredir. Fakat işler değişiyor. Yavaş yavaş kendine geliyorsun. Sarılacak çok şey var. Sarılmak. Yine ağdalı sözcükler. "Ağdalı" kelimesinin kendisi bile ağdalı. Saçların kuru, odan soğuk, taşlar da soğuk, çoraplara rağmen ayakların üşüyor, biraz da burnun akıyor. Dudakların, burnun yanıyor biraz, bugün çok fazla sildin onları. Dönmek istiyorsun, masa lambanın sarı ışığı seni eski günlere çağırıyor, yerli ya da yersiz huzursuzluğa bulanmış o günlere. Renkler çağırıyor, o kedi resimleri çağırıyor biraz biraz, bulutlu, karlı günler. Ama şimdi bambaşka bir yerdesin, eskiden olduğu kadar yalnız değilsin artık, farklı oluşumlar var etrafında, insan var, insanlar var, gelenler var, gidenler var, koşturanlar var, havasız odalar var; ama aslında bunların hiçbiri önemli değil, gerçekten önemli değil. Bir insan var. Her şeyi değiştiren, şeylere anlam katan, daha önce hiç bilmediğin, görmediğin bir şeyler, mucizevi bir şeyler, anlaşılmaz bir şeyler, anlaşılması gerekmeyen bir şeyler, yaşanması gereken bir şeyler. Ağlatan bir şeyler, güldüren bir şeyler, dans ettiren bir şeyler. Sen de sarılıyorsun ona. Bunu söylemek bile gereksiz, çünkü ona sarılmaktan başka bir durum söz konusu bile değil. Biliyorsun, görüyorsun, daha önce görmediğin bir şeyler, bu sana inanılmaz geliyor, daima hatırlıyorsun, hiçbir zaman unutmuyorsun, kağıtlara sarılıyorsun, biletlere, kozalaklara, çiçeklere. Hatırlıyorsun, her zaman hatırlamak istiyorsun, unutmaktan korkuyorsun, eğer bunu taze tutabilecek biri varsa bu kişilerin sen ve o olduğunu biliyorsun. Korku üzerine düşünüyorsun ama saçma geliyor bu, düşündüğün şey havada asılı kalmış, parçaların hiçbirine uymuyor. Bu yüzden korkuyu bırakıyorsun, sonraya bırakıyorsun, sonranın ne zaman olduğunu bilmiyorsun, ama gerçekten önemli değil. Önemli olan korku değil. Önemli ne, onu da tanımlamak istemiyorsun, her şey tüm bulanıklığıyla daha güzel sanki. Bir an her şey uçup gitmiş gibi geliyor sana; sonra düşününce yanıldığını anlıyorsun. Her şey yerli yerinde. Gözlerini kapatıp görüyorsun. Gözlerin açıkken de görüyorsun. Nereye baktığın önemli değil. Görüyorsun. Biliyorsun. Hatırlıyorsun. Silinecek mi diye düşünüyorsun. Silinmesin istiyorsun. Her şey artık bir hayal ürününden ibaret belki; ama bu da bir açıdan bakıldığında önemli değil; çünkü her şey her zaman olduklarından sadece biraz daha fazla hayal ürünü. Yine de sen olaya bu açıdan bakıp bakmadığından emin değilsin. Park yerinde umarsız adımlarla arabayı arayışını hatırlıyorsun: "Ya hiç bulamazsam" düşüncesi tüm saçmalığıyla beynini kemiriyor. Arabanın o katlardan birinde olduğunu biliyorsun, arabanı dış hatlar gidiş için kullanılan kapıya yakın park ettiğini hatırlıyorsun, asansörle bir kat yukarı çıktığını hatırlıyorsun. Onu en sonunda bulacağını biliyorsun. Yine de onca arabanın içinde o tanıdık farları görememek zaten yıpranmış sinirlerini biraz daha bozuyor. Bütün havalimanında fonda klasik müzik çalıyor; her şey bir romandan uyarlanmamış bir filmin senaryosuna uygun şekilde gidiyor. Bunun bir Woody Allen filmi olmadığı zaman varsa o da o zamandı. Çiçekler yok, pastel tonlar yok, gri var, asker yeşili var, ve çok sayıda siyah ve beyaz arabalar. Bütün katları sırasıyla gezerek alt katlara iniyorsun. En alt katta tavandaki tabela "Gelen Yolcu" diyor. Senin yolcun gelmiyor. Senin yolcun gitti. Yukarı kata tekrar dönmek zorundasın. Bu katta olmayacağını bilmen gerekirdi. Yine de önemli değil. Yukarı katlar daha aydınlık. Yukarıya doğru gittiğine seviniyorsun. Havada dikkat çekici bir yanık kokusu var, otlardan geliyor gibi sanki. Havaalanının bulunduğu yere uygun bir koku. Samimi bir koku, ayak oyunları yapmıyor, neyse o. Yukarı kata çıkınca otoparkın girişi gözüne çarpıyor. Arabayla otoparka girdikten sonra aynı katta kaldığını hatırlıyorsun, o zaman nereye bakman gerektiği aklına geliyor. Adımlarını çeviriyorsun, ve tanıdık farlar işte orada.