17 Temmuz 2010 Cumartesi

derinlerde.

Yazmayacaktım bugün blog. Yorgundum, bünyem kaldırmazdı. Cümleleri toparlayamazdım. O ana kadar. O fotoğrafları görene kadar.

Şu an o kadar buruk ki içim. Ve o kadar tatlı bir burukluk ki bu. Bir yandan parçalarken, bir yandan da beni olmam gerektiği gibiymişim gibi hissettiriyor.

Arka planda bir House M.D. soundtracki çalmakta yine; In the Deep - Bird York.

Bütün bunlar birleşti, ve ben; çok buruk hissediyorum. Çok buruk, ve çok güzel.

Tutamadığım, elimden kayıp giden şeylere bakıyorum.

Şimdi şarkının sözlerine baktım, bu kadar da güzel olmaz ki.
Thought you had
all the answers
to rest your heart upon.
But something happens,
don't see it coming, now
you can't stop yourself.
Now you're out there swimming...
In the deep.
In the deep.

Life keeps tumbling your heart in circles
till you... Let go.
Till you shed your pride, and you climb to heaven,
and you throw yourself off.
Now you're out there spinning...
In the deep.
In the deep.
In the deep.
In the deep.

And now you're out there spinning...
And now you're out there spinning...
In the deep.
In the deep.
In the deep.

In the silence,
all your secrets, will
raise their worried heads.
Well, you can pin yourself back together,
to who you thought you were.
Now you're out there livin'...
In the deep.
In the deep.
In the deep.

In the deep...

Now you're out there spinning...
Now you're out there swimming...
Now you're out there spinning...
In the deep.
In the deep.
In the deep.
In the deep...


Çok fazla bir şeyler yazamayacağım galiba, yazsam da içimden geçenleri olması
gerektiği gibi anlatamayacağım.

Ama sanki iki yılım birden uçup gitmiş gibi hissediyorum. "E şimdi n'olcak?"
diyorum.

Bakıyorum, gülüyorum, mutlu oluyorum, içim buruluyor.

İşte öööyle bir şeyler. Anlatamadım işte. Neyse ki shuffle'da bu şarkı denk geldi.

Yaşasın haftasonları. Bir ara daha detaylı anlatmayı düşünüyorum bu staj olayını.
Şimdi sırası değil, bu anı mahvetmek istemiyorum.

13 Temmuz 2010 Salı

amaç.

Kırk yıllık deviantArt galerisi eklentime trojan uyarısı verdi bilgisayarım, "Enaaaam!" dedim. Neyse, eklentiyi kaldırdım. Bu blogu okuyan 1-2 kişi varsa gönül rahatlığıyla sayfayı açabilir artık. Hahah.

House M.D.'nin soundtracklerine aşık olduğumu söylemeliyim önce. Sonra da, gün boyunca makinaları takip ederken, ya da bilgisayar ekranının sağ alt köşesindeki saatte dakikaların geçişini seyredip, o saate bakmadan geçen ufacık bir aradan sonra "Aha kesin 15 dakika geçti bu sefer" diyip, sadece 5 dakika geçtiğini görüp, depresyon eşiklerine gelene kadar aklımdan geçenleri yazmaya başlıyım.

Staj yaptığınız fabrikanın çok gürültülü bir üretim alanı olmasının kulağı harap etmesinin dışında, güzel olan bir yanı daha var. Dışınızdan şarkı söyleyebilmeniz. Sesiniz freze, matkap gibi pek çok devasa makinanın insanın sinirlerini bozan sesine karışıyor, siz de zaten anca vücudunuzun içinden katılarda sesin yayılımı ile geçen sesi duyabiliyorsunuz. Varın bas bas bağırın, kim duyar sizi.

Eliyahu Goldratt'ın Amaç adlı kitabını okumaya başladım, Alper Hoca IE376 Üretim Bilgi Sistemleri dersinde Kısıtlar Teorisi'ni anlatırken biraz bahsetmişti, geçen gün şirkette konusu açılınca kitabı bulup okumaya karar verdim. Görünüşe göre, zamanlamam da hiç fena değilmiş.

Bütün bunları bıraktım da bir fabrikada neden makinalarının kapasiteleri, hızları vs vs bilinmez ki? Hadi onu da geçtim, her sene stajyerlerine mutlaka zaman etüdü yaptıran bir fabrikada nasıl bu veriler olmaz? Birine güvenmezsin, ikisine güvenmezsin ama veri veridir ya. Veri güzeldir.

Efendicağızıma söyliyim; stajda 7. günümü bitirdim. Pek anlamadan geçiyor, bir şey anlamamak için özellikle ciddi ölçüde çaba sarf ettiğimi söylememe gerek yok sanırım. Hayat şartları, n'aparsınız.

Yine de hani "hatalardan da ders çıkarma" olayı var ya, görebileceğim her şeyi görmeye, duyabileceğim her şeye kulak kabartmaya çalışıyorum. Aklımdan bir sürü fikirler geçiyor, bir sürü problemin farkına varıyorum, şu koşullar dahilinde işe yarayacak ya da yaramayacak çözüm yolları buluyorum. Bunları yapmazsam sıkıntıdan patlayacağım gerçeğinin yanında, okul için staj raporu yazmakta zorlanacağım gerçeği de var.

Geçen gün fark ettim ki, eğer hani o klasik "yönetici vasıfları"na, "klasik yönetici" vasıflarına sahip olursam bir gün, o vasıflara güzel şeyler ekleyebilip, iyi bir yönetici olurmuşum gibi geliyor. Bilmiyorum.

Bilgisayar başında yapmam gereken bir sürü şey var ama zaten bütün günüm çalışmakla ve onun gibi şeylerle geçtiği için, elimi sürmek istemiyorum, nitekim sürmüyorum da. House M.D. seyretmek istiyorum, hem de çok istiyorum ama zaman yetmeyecek.

Bir an önce uyumam gerek.

11 Temmuz 2010 Pazar

şamataya gel. haha.

Boomtown Rats - I Don't Like Mondays

"Tell me why I don’t like Mondays
Tell me why
I don’t like Mondays
Tell me why
I don’t like Mondays
I wanna shoo-oo-woo-woo-woo-oot the whole day down"


House M.D.'nin 3. sezon 15. bölümünü seyredenler bu şarkıyı sevgiyle hatırlayacak, hatta 00:26 ve 00:27'de anında "şak şak - şak şak" diye eşlik etme dürtüsünü taa derinlerde hissedeceklerdir.

Yarın ISO 9001 belgesi için denetime gelecekler.

O değil de bu durumda, aklıma Erdil Yaşaroğlu'nun şu karikatürüne benzer fikirler geliyor.

(Ya bu aranan karikatürü bulma işi ne zor bir şey, hep cuk oturacak bir şekilde aklıma geliyor ama karikatürü bulana kadar akla karayı seçiyorum)

Yarın pazartesi, yeni bir hafta, "Ya sabır" çekilecek yeni şeyler.

Ama bugünkü buhran hallerimin sebebini öğrendim sanırsam, güneş tutulması varmış meğersem bu akşam ve ntvmsnbc'nin dediklerine göre bir ton ilginç şeye sebep oluyormuş. Hepsini anlatmam, okuyun, bana ne.

Şimdilik bu kadar.

huzur-suz.

Huzursuz hissediyorum kendimi şu an. Ama akla ilk gelen "huzursuz" anlamında değil. "Huzurlu"nun tersi olan "huzursuz" gibi. Bilmem, anlatabiliyor muyum.

Kendime, kendimi dinlemeye yeteri kadar vakit ayıramadığımı, ayırdığım o küçücük vaktin de başka alakasız şeylerle bölündüğünü görüyorum. Sinirlerim bozuluyor.

BİRAZ YALNIZ KALMAYA İHTİYACIM VAR!

Kimsenin işlerime, yaşam tarzıma, ihtiyaçlarıma, ihtiyaç duymadıklarıma burnunu sokmadığı bir yerde, hiçbir şey düşünmeden, sadece ve sadece nefes almaya ihtiyacım var.

Evet, anlıyorum, insan çevresinde olup bitenlerle bir bütündür, çevresini bir bütün olarak algılar, Gestalt, falan, feşmekan. Ama ben çok sıkıldım ya.

Bir haftadır staj yapıyorum, ve o tekdüzeliğin içinde olmak beni resmen çıldırtıyor. Eve geliyorum, kolumu kıpırdatacak halim yok. Yaptığım hiçbir şeyden eskisi gibi zevk almıyorum. Çoğu zaman sadece görmezden gelmenin güzelliklerinden faydalanmak için kendimi kandırıyorum şu sıralar. Kendimi oyalıyorum.

Çok sıcak, ne evden çıkıp bir yerlere gidesim var, ne evde oturasım var. Tişörtümün kollarını iyice yukarı sıyırdım, biraz rahatlatır diye, ama pek işe yaramıyor.

Yatağım hala dağınık, toplamak istiyorum ama çok üşeniyorum.

Dün kendime yeni bir kitap aldım, biraz okurum belki diye. Çok seviyorum kitap okumayı, ama onu bile hakkıyla yapamıyorum.

Eğer büyümek, sorumluluk almak, iş hayatına atılmak vs vs bulaşıcı bir şekilde böyle sıkıcı bir hal alıyorsa, eğer büyümüş olan herkes birbirinin hayatını zehir etmekte bu kadar başarılı ise, gerçekten ben bu döngünün içine girmek istemiyorum.

Kısacası, hayatının tekdüzeliğinden şikayet edip de bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmayan insanlar var ya... oldukça ilginçler.