29 Ekim 2010 Cuma

Asimptotik hayatlar...

Tedarik zinciri ders notlarını temize çekerken yapıştırıverdim bu iki kelimeyi birbirine. Bullwhip effect konusunda termin süreleri ile ilgili bir grafiği geçirmeye çalışırken, kalemi olmayacak yerlere kaydırdığımda aklıma düştü. Eh, fırsattan istifade, unutmadan yazmam gerek.

Bir şeye kavuşmayı beklerken, o yönde yola koyulmuşken, ha oldu ha olacak derken, bir türlü olmaması, olmaması ve olmaması. Hem de o yöndeki bütün eğilime rağmen. Ne kadar tanıdık, değil mi...

Bazen hayatta her şey hep bizim başımıza geliyormuş gibi hissediyoruz. Ama aslında, tedarik zinciri dersindeki kıytırık bir termin süresi grafiği bile "Ha kavuştum, ha kavuşacam" diyip, bir türlü kavuşamıyor o doğruya. E biz ne yapalım artık, ya.

İnternet bağlantımda yaklaşık bir haftadır bir sıkıntı var ki, gıcık etti. Şu an tamamen gitti, o yüzden bu yazıyı önce wordpad'de yazıyorum. Daha sonra umarım blogspot'a geçirme imkanı bulacağım. TTNet işte!

Deli divane bir-iki hafta beni bekliyor. Şu 10 gün içinde 6 tane sınavım var. Bu sınavların arasına bir de bitirme projesinin kickoff toplantısı denk geldi. Unilever'de proje yapıyoruz, her zaman merak ettiğim, daha iyi tanımak istediğim bir şirket oldu Unilever. Haftaya Cuma günü, tam olarak 7 saat dersimi asacağım ve günübirlik İstanbul'a gidip Unilever ve birkaç üniversite ile birlikte ilk toplantıyı yapacağız (Chain Reaction 2011'e dahil olmuşuz).

Bakalım ruhsal durumum bu süreçte nasıl seyredecek. Olacakları ben de çok merak ediyorum.

Pazar günü Almanca kursunun sınavı var, A1'in yarısını bitirdik. İnanılır gibi değil ama, ich kann Deutsch ein bisschen sprechen.

21 Ekim 2010 Perşembe

...çünkü anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.

Kimseye güvenmeyeceksin. Kimseye "Yok yahu, bu yapmaz..." demeyeceksin. Bu kadar basit. Bu kadar basit yahu, güvenmeyeceksin o kadar! Gü-ven-me-ye-cek-sin. Kendi işini kendin en baştan halledeceksin. Olaya duygusallık katmayacaksın. Olaya duygusallık katacağın son yer üniversite son sınıf ve iş hayatın olacak. Bu kadar.

Ben de bu iş/okul hayatındaki yavşaklıktan utanıyorum arkadaş. İyi günde herkes birbirine gülücükler atıyor, "canım, cicim, kanka" modunda. Ertesi gün bir gelişme; ve sen bir bakıyorsun ki, verilen sözler havalarda bomboş uçuşmakta. Etik sıfır, inisiyatif sıfır. Daha ağır konuşurdum ama konuşmuyorum. Çünkü anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az...

Beyin, harbiden bedava.

İleride birlikte çalışacağım, çalışmak zorunda kalacağım insanları, sırf bu insanlardan kaynaklanacak problemleri düşündükçe şimdiden bir "of" çekiyorum.

Dünyada bilmem kaçıncı olmuş okullarından mezun olacak/olmuş insanlar olarak bir yerlere gelecekler; ortalama desen olacak, yabancı dil desen olacak, programlama dilleri, seminerler, ödüller, aktiviteler... Her şey mükemmel görünüyor, değil mi?

Bir yandan da iletişim yeteneği sıfır olan, empati kurmasını bilmeyen, sorumluluk almayan, almaya yeltenmeyen, hatta sorumluluktan kaçan, bencil ötesi, inisiyatifin yanından geçmeyen, yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşemeyen; not peşinde koşarak geçirdikleri dünyalar sıkıcısı, dört yıllık üniversite hayatlarıyla "Ben oldum" diyebilen insanlar olacaklar. Bazıları, kendilerini kandırmakta sınır tanımayacak. Diğerlerinin dünyadan bile haberi olmayacak.

Okulda envanter teorisini, tedarik zincirini, finans mühendisliğini öğrettikleri gibi herkesin hayatını kolaylaştıracak, iş hayatındaki bazı problemlere kazan&kazan sonuçlar getirmeyi mümkün kılacak birtakım insancıl, yapıcı şeyleri de öğretseler keşke. Yine bazı dolaylı yollarla bir şeyler öğreniyoruz insanlar hakkında, ama bu şeyler yapıcı olmaktan çok, hoş olmayan durumlara karşı bireysel bağışıklığımızı artırarak bizi hayata hazırlayan bir yapıya sahip. Eh, bu da herkese nasip olmuyor. Ben şanslı (!) kesimdenim.

Aslında birilerinin gerçekten de biraz etik, biraz yol yordam öğrenmesi gerek. Nasıl olur bilmiyorum ama, gerçekten, lazım bu tip şeyler. Çok önemli bence.

Biraz dikkat etmeli.

15 Ekim 2010 Cuma

"biggıyametgeldi vuuuuyyy..."

Dün gece gök sağlam gürledi, öyle ki bir uyuyunca top atılsa duymayan beni bile uyandırdı gürültüsü. Ama, nedenini bilemesem de, sanki gök gürledikçe, bir elektrik akımı oluşup da elektrik yükleri bulutlar ve yer arasında mantıklı bir şekilde dağılınca ben de kendimi daha iyi hissetmeye başladım, sanki birileri benim elektriğimin de bir kısmını aldı da toprağa aktardı, sanki +3q idim de +q'ya düştüm gibi (Fizik bilgilerim de süperdir(!)).

Belki bu durum havadaki iyonların durumuyla ve bu iyonların bana olan etkileriyle falan açıklanabilir, ama emin değilim; ciddi sıkıyor da olabilirim. Neyse, fizik bilgimin enginliğini (!) bu kadar ifşa etmek istemiyorum.

Şimdi de gök gürlüyor, arada yağmur yağıyor (ki bu yağmur nedense genelde ben araba kullanırken yağıyor, acemiyim ya, yağsın bakalım!).

Şunu fark ettim, bu yağmurlu-güneşli havada bile bir ortalama tutturma merakım varmış. Yazın gözümüze gözümüze giren güneş ve sıcak havalarda "N'olur artık kış olsun biraz serinlesin bunaldım anam offf..." modunda dolaşıyorduk. Nitekim, etraf günlük güneşlikken bir anda, 2 gün içinde bir soğuk geldi, montlar, çizmeler çıktı, şemsiyeler çantalardaki yerlerini aldı. Bir soğuk, bir kıyamet, aman. "Yok vazgeçtim, biraz daha ısınabilir galiba" demedim değil.

Bugün hava biraz daha ortalamaydı sanki, ne çok soğuk, ne çok sıcak, ne çok güneşli, ne çok bulutlu. İşte böyle havaları seviyormuşum ben. Sonbahar, ya da kış güneşi olacak, usul usul kızıla bürünüp, öyle batacak bulutların arasından. Ağaçlar sarı ve kızılın tonlarına bürünecek. Tedarik zinciri ve envanter modelleri derslerinin olduğu sınıfın bir manzarası var, anlatamayacağım kadar hoşuma gidiyor; derste hep gözüm pencereden dışarı kayıyor hatta. Belki bir ara fotoğraf makinesiyle gider, fotoğrafını çekerim.

Kısacası, bence şöyle güzel, tadı çıkarılır, biraz daha kuru bir sonbahar olsa da ondan sonra kış mevsimi sınırları içerisinde çamura batsak, kısa vadede fena olmayabilir.

Son olarak, sizle Hacile Teyze'nin "hortum-gıyamet" konulu röportajını görmenizi tavsiye ediyorum; video burada.

Hadi до свидания can(lar).

bızzzt-zıbıt-zzzzt. bt bt bt... biiiip.

I was totally an idiot.

İnsanların en ufak davranışlarından alakasız şeyler çıkarabilecek kadar salaktım hem de. Belki hala öyleyimdir, bilmiyorum; ama şundan eminim ki, eskiden, daha önceden böyle bir eğilimim varmış.

Nasıl da hoplayıp zıplamıştım, duvarlara tırmanmıştım; ne düşünceler geçmişti kafamdan (şimdi onlara hayal demekten utanıyorum; ama bunu buraya yazdığım zaman da galiba demiş kadar oluyorum).

Yok arkadaş, yok.

Bilmiyorum, belki de olaylara bodoslama dalmak yerine temkinli yaklaşmak gerekiyordur. Ya da bunların arasında bir yerde bir denge noktası vardır, orayı bulmak gerekiyordur.

Ama insanın ayaklarının gerçekten yere basması gerek. Ya da ne bileyim, bir E(x) falan almak gerek. Bir bak değil mi; olasılıklar ne, neler olabilir, bunun sana getirisi ve senden götürdükleri neler olabilir, falan diye. Peh.

Çok salakmışım, çoook.

12 Ekim 2010 Salı

letsgivetenminitbreyk.

Uzun zamandır blog yazmadığımın farkındayım ama şu an başlarsam zaten yarım yamalak anladığım mikroekonomiden falan bahsedebilirim, bence hiç gerek yok.

Şu cuma gününü bir atlatıyım önce, sonra inşallah devamını getireceğim. Şimdilik biraz dursun ama.

Tschüss.