22 Mayıs 2011 Pazar

gri ve yeşil tonları.

Ne olduğunu şimdi daha iyi biliyorum.

Sen yüzüme, aklıma gülen; bana çok güzelmiş gibi görünüp, aslında öyle olmayan şeylerin temsilisin. Peşinden koşmamam gerek. Ki zaten en sonunda koşmayacaktım da. Ama koşma meyili vardı işte, hem de düşük ihtimaller için gösterilmesi gereken büyük çabalar da vardı ve bunlarla boğuşması gereken de benim aklımdı. Prefrontal korteksim amigdalama yine "dur" diyecekti, demeye devam edecekti ama böyle ilginç olmayacaktı belki o zaman.

Büyük ihtimalle kendisinin ne olduğundan haberi bile yok. Olmasına da gerek yok zaten, çünkü o bir şeylerin temsili, ve sadece benim için böyle.

O yüzün altındakini görüyorum artık. Halk otobüsünde eve doğru yol alırken Yann Tiersen'in bir şarkısındaki sert keman notaları bir anda o yeni bağlantıyı açtı beynimde.

Görüntüler kaybolmaya başlıyor.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

der groschen ist gefallen oder nicht?

Yok hacu, bazı anlarda gerçekten insanın beynine fazla kan gitmemeli, özellikle de duygularımızı düzenleyen amigdalaya, hatta daha da spesifik konuşmak gerekirse onun da beynimizin sağ yarısındaki kısmına kan akışı bildiğin yavaşlamalı.

Zaten bahar gelmiş, efendime söyliyim; kuşlar, böcekler, çoğu zaman yağan taze, mis gibi bahar yağmurunun arasında açan güneş, çimler, yeşil, falan filan; bir de üzerine gelen tatlı tesadüfler olunca, bünyeye giden fazla oksijen işleri iyice çığırından çıkarıyor.

Uzun zaman sonra ilk defa blog yazmaya yeltendim, uzun zaman sonra yine söylemek istediğim çok şey var; ve uzun zaman sonra yine asıl söylemek istediklerimle ilgili en ufak bir şey söyleyemiyorum çünkü sistemde çok fazla değişkenlik var.

Max FM dinledim bugün bölümün barbekü partisinden gelirken. Sanki beni biliyorlarmış gibi, öylesine uyan, öylesine güzel şarkılar çaldılar ki. Güneş henüz batmışken, yollara ve binalara düşen o loş gün bitimi ışığında farları yaktım, müziğin sesini açtım. Eskişehir yolunda her zamanki gibi trafik vardı. O kadar güzel geldi ki o an araba kullanmak, tüm o ışıklar, radyoda çalan şarkı; ve o an hayal gücüm birden öylesine "abarttı ki". O dümdüz yol boyunca öylece devam edesim geldi, daha önce hiç tek başıma geçmediğim yollardan geçmek istedim. Keşke birkaç saatliğine dünya dönmeyi bıraksa, hep o ışık o şekilde vursa bu garip, anlamak mümkün olmayan şehrin yollarına. Bir an için her şey dursa ve her şey sadece o kafamdaki gibi olsa. Hayat açık ve doğal renklere bürünse, güzel bir mavi olsa mesela, biraz beyazla karışsa. Belki biraz da griye çalan bej.

Belki o zaman Ankara'yı ne kadar iğrenç bir yer haline getirdiklerini bile unuturdum. Belkisi fazla, unuturdum. Önemsiz kalırdı.

Her ne kadar insan her zaman bir şeyler olmadan "yapabilecek" olsa da, o "bir şey"lerin olmasının ne kadar önemli olduğu ortadadır her zaman. Bunun için insan, daima istemek, aramak ve elde etmek için elinden gelenin en iyisini yapmak; bazen sabretmek, ama gerçek anlamda sabretmek; en önemlisi de inanmak zorundadır. İnanmak. Bir an bütün olasılıkları, istatistikleri, verileri, gerçekleri ya da gerçekmiş gibi gözükenleri bir yana bırakıp, tamamen "inanmak".

Düşünüyorum da, belki de bazı zamanlarda yanlış da olsa bir şeye inanmak, hiç inanmamaktan iyidir.




________________________________
Bugün radyoda çalan şarkılardan biri: Rascal Flatts - Why Wait