3 Mayıs 2012 Perşembe

Kaset ve kurşun kalem arasındaki ilişki

Başta şunu söyleyeyim: Fonda Vicky Cristina Barcelona müzikleri var. En sevdiğim film müzikleri listesinde net bir şekilde en üst sıralarda bu albüm. İnsanın ruhundaki boşlukları teker teker bulup dolduruyor sanki.

Bugün geç kaldım yazı yazmakta; saat neredeyse 11'e geldi. Birazdan Okan Bayülgen'in "kedi" temalı Muhabbet Kralı programı başlayacak. Konu ilgi çekici ve konukları da bilgili oldu mu tadından yenmiyor bu programlar. Bakalım o zamana kadar yazabilecek miyim bir şeyler.

Bu akşam geç kaldım dedim; yemekten sonra araya bir Woody Allen filmi girdi; Whatever Works. Woody Allen'ı yeni yeni tanımaya başladım ama tarzı o kadar hoşuma gitti ki, galiba baya bir deşeceğim bu adamın yaptıklarını. Bir kere şu ana kadar gördüğüm dört filminin hiçbirinde fire vermemiş bir film müziği güzelliği var bu adamın yapıtlarında. Hiçbir filminde boş bir müzik yok. Başlı başına üzerinde durulması gereken şeyler hepsi.

Aklıma gelen şeylerle ilgili ufak tefek notlar almaya başladım artık; geçen gün kendime soruyordum "Ne zaman ne yazacağımı bilerek yazmaya başlayacağım acaba..." diye. Galiba artık yazmak isteyip de konu bulamama sıkıntıma bir çözüm buldum. Küçük not defterime not alıyorum aklıma gelenleri; belki giriş cümlelerini. Oradan başlayınca devamı daha kolay geliyor.

Teknoloji neredeyse her ihtiyacımıza çare buluyor, işlerimizi giderek artan bir hızla kolaylaştırıyor; birkaç yıl sonra şimdi aklımıza gelemeyecek tüm o şeyler gerçek olduğunda belki bugünkü hayatımıza tıpkı şimdi geçmişteki teknolojiyi düşününce yaptığımız gibi hafiften bir acıma duygusuyla bakacağız. Daha dün walkman'in pili bitmesin diye kaseti kurşun kalemle sararken; bugün kasetler çoktan çöpü boyladı; hatta CD'ler bile yaşam savaşı vermekte. Bütün filmlerimiz, müziklerimiz bilgisayarımızda. Hatta önemli bir kısmı artık bizim bilgisayarımızda bile değil; internetten izliyor ve dinliyoruz bir şeyleri. Bunun günlük hayatımızı kolaylaştırdığı su götürmez bir gerçek tabi; ama benim aklıma takılan başka bir şey var. Bütün bu elle tutulmayan, kokmayan, dokunulmayan elektronik şeylerden onların gerçek tadını alabiliyor muyuz acaba?

Ben çoğu zaman alamıyorum, alamadığımı hissediyorum. Bu yüzden bir 10-20 sene önce yaşayan insanların bu konuda bir bakıma şanslı olduklarını düşünüyorum; çünkü onların plakları, kasetleri, kocaman walkman'leri, raflar dolusu kitapları, video kasetleri; o video kasetleri okuyan kocaman oynatıcıları vardı... Bir albümü dinlerken o albümün kapağı başka bir şey ifade ediyordu onlar için; kaset teypte çalarken aynı zamanda kasedin kabını alır, kurcalayabilirdiniz; hatta şarkı sırasını öğrenmek için kaset kabının arka tarafındaki küçük kıvrık kısma bakmak gerekirdi; buna göre istediğiniz şarkıya gitmek için kasedi ne kadar ileri ya da geri sarmanız gerektiğini hesaplardınız. Aynı zamanda kasedin kabındaki sanat da şimdi bilgisayar ekranında gördüğümüz grafiklerden öte bir şey ifade ediyordu şüphesiz; gözle görülebilir, elle dokunulabilir, hatta koklanabilir bir şey. Oysa bugün bütün müzik arşivimizi bilgisayarımızda "Müziğim" adı altında bir klasörün altında toplayabiliyor, kibar popolarımızı sandalyeden kaldırmak zorunda bile kalmadan istediğimiz müziği istediğimiz yerde dinleyebiliyoruz.

Daha on yıl öncesinde radyoda çalan şarkıları kasede doldurmak için çektiğim çileleri hatırlıyorum; tam şarkıyı güzelce kaydetmişken aptal DJ şarkının ortasında yayına dalıverir ve sinir krizleri geçirirsiniz ya hani; tipik bir durumdur. Ya da sevdiğimiz şarkı radyoda ya da televizyonda çıkınca çıldırırdık mesela. Artık istediğimiz klibi istediğimiz zaman seyrediyoruz ve bu bir mucize değil. İstediğimiz şarkıları CD'ye doldurup tonlarca toplama albüm yapabiliyoruz. Son derece sıradanlaştı, istediğimiz şarkıyı istediğimiz zaman dinleyebilir hale gelince, bunu yapmanın hiçbir önemi, güzel yanı kalmadı.

Bu işten en çok payını alan eşyalardan biri de kitaplar galiba; ve beni en çok kaygılandıran da bu aslında. Kitap kokusunu çok severim ben, eski kitap kokusu zaten bambaşkadır ama yeni kitapların bile kendine özgü bir kokusu vardır sahibini kendini okumaya çeken. Sayfalarının bir dokusu vardır; eğer elleriniz kuruysa mesela biraz haşır huşur olur okurken; benim gibi bu konuda biraz takık bir insansanız bunu fark eder ve ellerinizi nemlendirdikten sonra keyifle okumaya devam edebilirsiniz. Daha sonra, mesela, ne kadar okuduğunuzu ya da bitime ne kadar kaldığını görmek için arada kitabın üst tarafına bakıp hesaplar yapabilirsiniz... En güzeli de, belki bir gün rafları en sevdiğiniz kitaplarla dolu kocaman bir kitaplığınız olabilir ve onu salonunuzun orta yerine koyabilirsiniz, böylece yakınından her geçişinizde ya da onu karşıdan her görüşünüzde içinizi bir mutluluk kaplayabilir... E-kitaplarda bunların hiçbirinin tadı yoktur. Yer kaplamaz, tozlanmaz, taşıması diğerlerine göre son derece kolaydır, tonlarcasını aynı anda her yere götürebilirsiniz. Yine de, bence hiç ruhu yoktur e-kitapların ve bu onların en büyük dezavantajıdır. Bu yüzden elimdeki e-kitaplara gayet uygun imkanlara, şu işsiz halime ve babamın kendine göre haklı itirazlarına rağmen hala onca paramı basılı kitaplara harcarım hiç düşünmeden; hem de utanmadan, sıkılmadan bir gün salonumun ortasında kocaman bir kitaplığım olacağı hayallerini kurarak.

Eskiden insanların kalem kağıt ya da daktilo kullanarak yazdıkları onca şeyi artık bilgisayarda yazıyoruz. Gün içinde aklıma gelen şeyleri kalem kağıtla not almak biraz garibime gidiyor mesela. Halbuki, geçmişte  bilgisayarlar insanların günlük hayatlarına girmeden önce kalem kağıtla ya da daktiloyla bir şeyler yazmak eminim yazan kişi için bambaşka bir anlam taşıyordu. Harflerin o yazılış şekillerinin bile anlattığı bir şeyler vardı. Bugün ise her şey Times New Roman, 12 punto. Ayırt edici çok az şey kaldı.

Aynı şeyler fotoğraflar, filmler ve büyük ihtimalle benim aklıma gelmeyen daha başka şeyler için de geçerli.

Teknoloji karşıtı bir insan değilim, teknolojiyi insanlığın yararına kullanıldığı her alanda seviyorum ve birey olarak sonuna kadar destekliyorum; ama kendimizi kaptırdık, bir yerlere gidiyoruz ve giderken bazı şeyleri net göremiyor olabiliriz. Teknoloji hayatımızı her geçen gün şüphesiz daha da kolaylaştırırken, bazı şeyleri yapmanın zevkini de her geçen gün biraz daha alıp götürüyor bence ve bu beni biraz üzüyor sanki. "Üzüyor" doğru kelime mi, onu bile bilmiyorum aslında.


2 yorum:

  1. Hâlâ kitap okuyorsanız-bildik manada- kaygılanmanıza gerek yok teknoloji sizi yutamaz :) Woody Allen'a gelince,tanımakta geç bile kalmışsınız,derhal hemen daha fazla woody.. ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. okuyorum okuyorum, kitap okunmaz mı ya. ayrıca da "her gün bir yeni woody allen" kafası yaşıyorum zaten bu aralar...

      Sil