13 Mayıs 2012 Pazar

Rüzgarda uçan şeffaf torba

Bahçede geçenlerde oturduğum bankın yerini değiştirmişler. Şimdi biraz daha aşağılardayım. Etrafta uçuşan pamukçuklar yüzünden burnum sürekli kaşınıyor. Arka taraftaki kavakların rüzgarla hışırtısı ve yaklaşan bulutlar, yağmurun burada kitap okumaya devam edebilecek kadar fazla kalmama izin vermeyeceğini belli ediyor.

Yeşillikler içinde havaya tatlı bir nem ve loşluk geldi. Ağaçların altındaki gölgeler iyice karardı. Bunu çok seviyorum. O koyu yeşil gölgeleri insanlardan koruyan bir algı filtresi var sanki, her gün gözünüzün önünde olabilir ama yine de göremeyebilirsiniz. Havada egzoz kokusuna karışmış hoş bir nem ve çiçek kokusu var. Köpekler kokuların karışımında her bir kokuyu ayırt edebilirlermiş, bir yerlerden duymuştum. Bulutlar iyice yaklaşsalar da benim bir süre daha burada oturmama ses çıkarmayacaklar galiba. Şu anda havadaki o tatlı kokuyu hiçbir parfüme değişmem.


Şimdilik Albemuth Özgür Radyosu'na geri dönüş yapıyorum, ama eve döndüğümde bunun üzerinde düşünmeye devam edeceğim.

***

Eğer biraz olsun mükemmeliyetçi bir insansanız, canınız baklava istiyorken dondurma alabilecek olmak size pek bir şey ifade etmeyebilir. Mantıkla bakınca insanın sinirini biraz bozan bir durum aslında; mükemmeliyetçi olduğunuzu zaten daha önceden biliyorsanız, başkalarının aynı durumda dondurmadan da gayet zevk alabileceğini, ama sizin bunu yapamadığınızı bilmeniz kendinize gıcık olmanızla sonuçlanabilir ("sonuçlanabilir" yazarken hızla yanlışlıkla "sko" diye başladım; acaba Freud'un bahsettiği dil sürçmesinin bir benzerini yaşamış olabilir miyim?). Bir yandan, bu düşünceye sahip olmadan yaşamak nasıl bir histir diye merak ederim ben mesela.

Not alışımdan sonra yağmur yağmadı, bir süre keyifle Albemuth Özgür Radyosu'na gömülebildim. Kitabın ortalarına geldikçe daha da ilgi çekici olmaya başladı. Arada sırada gelip etrafta bağıra çağıra oynayan çocuklar ve anneleri geçti önümden, neyse ki hiçbiri fazla uzun kalmadı. Yine de hava birkaç gün öncesine göre oldukça serindi, rüzgar nemle beraber insanın içine daha da işliyordu. Bu yüzden bir süre sonra üşümeye başladım; bahçede bir tur atıp eve çıkmaya karar verdim. Tam o sırada aklıma komşumuz ve aynı zamanda Calculus hocamın seneler önce içini rengarenk çikolata, şeker gibi bilumum sevimli şeylerle doldurarak kardeşime ve bana hediye ettiği, benim de uzun süredir evde aradığım kupaları eskiden bizim olan yazlıkta bırakmış olabileceğimizi fark ettim. Aslına bakarsanız bu durum baya içime oturdu, çünkü bir şeyler içmek için kullanmasam da seviyordum o kupaları (aslında o zamanlar daha kocaman kupalarda çay kahve içme yaşım gelmemişti de, ondan). IKEA'da şeklini, tutuşunu çok beğendiğim bir kupa vardı geçen gidişimde, bir dahaki sefere onu almak istiyorum. Bir de liseden çok sevdiğim bir arkadaşımın yılbaşı hediyesi, ayıcıklı bir kupa var. Onun içine de kalemlerimi koydum, çalışma masamda, sürekli gözümün önünde duruyor ve şimdi mini minnacık öğrencilerin bir tanecik sınıf öğretmeni arkadaşımı, onun kıvır kıvır saçlarını hatırlatıyor bana. Sonra, Operational Research Kulübü hatırası kupam var bir tane. Bir de, Füsun Teyze'min hediyesi inekli (evet, oldukça manidar) kupam var ki, kendisinin hacmi daha büyük olduğu için hazır çorbayı onun içinde yapmayı seviyorum. Kupalara neden bu kadar taktım, bilmiyorum. Çay, kahve yaşım geldi galiba.

Bir yandan bahçedeki turumda çektiğim bir-iki fotoğrafla uğraşıyorum; bütün bunlar olurken bir anda kendimi "Comes the morning when I can fell that there's nothing left to be concealed..." diye mırıldanırken buldum. Albümü bilgisayara taktım, içim sevgiyle doldu, son 4-5 yıldır her defasında olduğu gibi...


Bir de, dün gece planladığım gibi, bu sabah iki tane Django Reinhardt albümü indirip dinledim; bunu daha önce yapmadığım için çok, ama çok pişmanım. Biraz sindireyim, daha fazla şey anlatacağım.

2 yorum: