24 Aralık 2009 Perşembe

plagiarism yoluyla ego tatmini

Aha, eve erken geldim. Yazalım bunu bir kenara. Saatlerimiz 18:35'i gösterirken, ben evdeyim. Buna ek olarak, bugün yine yaşadığım olaydan yola çıkan düşüncelerimi "unutmamak" için bir yazı yazmaya karar verdim. Konum, üniversitemizdeki şu "pilecırizim" takıntısı.

Plagiarism; Türkçesi yok kelimenin, çok üzgünüm ama o derece bir şey işte, siz anlayın. Kısaca, başkalarının çalışmalarını alıntılamadan kullanmak yani fikir hırsızlığı gibi bir anlamı var.

Hadi projedir tezdir vs vs tamam da; bu ödevlerdeki plagiarism mantığını anlamıyorum ben. Ödevler öğrenmek için mi, yoksa bildiğimizi kanıtlamak için mi? Bu konuda sanırım "otorite"lerle aramızda fikir ayrılıkları var. Bence ödev denen şey, öğrencinin kendini ispatlaması için değil ama bir şeyler öğrenmesi için olmalıdır. Hele ki üniversitede okuyan insanlar için bence zorunlu ödevden saçma bir şey daha yok.

Bunun yanında bir de ödevleri bireysel olarak yapmamızın beklenmesi gibi bir saçmalık var. Ne bu yani, ben bilmediğim şeyi arkadaşlarıma soramaz mıyım? Ya da birilerinin yolladığı koddaki bir tek şey aynı olduğu için ödevi ayrı ayrı yaptıkları halde sıfır almak mı zorundalar?

Bence biz yapmamız gereken şeyleri kendi aramızda tartıştığımız zaman çok daha hızlı, kolay ve emin adımlarla yol alıyoruz ve bir şeyler öğreniyoruz. Kimse mükemmel olmak zorunda değil, ama herkesin iyi olduğu yerler var. Bunları birbirimize aktararak birbirimizi daha iyi yerlere taşımanın ceza verilecek yanı ne, anlamıyorum.

Anlamadığım bir diğer nokta da neden bu ödevlerin çeşitli nedenlerden ötürü "öğretmek" adına hiçbir şey yapamadığı. Nedenler arasına neler girebilir? Mesela, zaman. Ödevleri oturup tek başımıza çözmek için yeteri kadar zamanımız var mı? Tersten düşünecek olursak, sürekli bir yerlere bir şeyler yetiştiriyoruz, ödevler, projeler yapıyoruz, sınavlara çalışıyoruz ama bu koşuşturmanın içinde öğrenmemiz beklenen şeylerin ne kadarını gerçekten öğrenebiliyoruz, yani içselleştirebiliyoruz acaba?

Eğitim denen şey bu kadar mekanik olmamalı. İnsandan bahsediyoruz, robot değiliz.

Ödevler üniversitelerde zorunlu tutulmamalı, hele absürt şekilde alakasız zamanlara hiç konmamalı. Artık ilkokul çağında değiliz, bazı şeylerin seçimini yapacak yaşa geldik. Ödevi yaparsak onun bize yararının olacağını artık biliyoruz, bunu anlamamız için kimsenin zorlamasına gerek yok artık.

Konunun başka bir yanı da, kimsenin o ödevleri yaparken neden bu kadar zorlandığımızı düşünmemesi. Şu okulda belki birkaç kişi haricinde hiçbir hoca bir kez olsun çuvaldızı başkasına değil de kendine batırıp da düşünmüyor, "Ben yapmam gerekeni yapabiliyor muyum?" diye. Bir kez olsun, derste karşısındaki öğrenci neden tavanı seyrediyor, neden ha uyudu ha uyuyacak diye düşünmüyor.

Bizim ne olduğumuzu sanıyorlar? Kendilerinin ne olduklarını sanıyorlar? Bu dediğim yergi amaçlı bir şey değil, ama sadece birilerinin o kişilere onların da yeryüzünde yaşadıklarını, bizim sizin gibi birer insan olduklarını, ve insanın gelişim sürecinin hiç bitmeyen bir şey olduğunu hatırlatması lazım.

Bence yönetimin bunları ciddi anlamda düşünmesi gerekiyor. Ha, rektörümüzün bu blogu takip ettiğini hiç sanmıyorum, ama başka neler yapabileceğimi de pek bilmiyorum. Bu okula geldiğimden beri gördüğüm sorunları çözmek adına, elindeki bir kuruşluk yetkiyi de ego tatmini için kullanan, ya da birilerinin gazıyla bir yerlere gelmiş, ne idüğü, ne yapmaya çalıştığı belirsiz insanlarla boğuşmaktan çok sıkıldım. Sorunu asıl çözecek kişilere ulaşmak istiyorum, ama bu da sanırım çok kolay değil. Ne yapılabilir, bilmiyorum. Tek bildiğim, asıl yönetime fazla gitmeyen, ya da birilerinin gözünden kaçan bir şeyler olduğu.

Ego tatmini ya, başka bir şey değil şu yapılanların çoğu.

İnsanın nerede olursa olsun bulunduğu yeri sindirebilmesi çok önemli bir şey. Gerçekten.

Bulunduğu yeri sindirebilmiş, burnu havalarda dolaşmayan, empati kurabilen, iletişim yeteneği yüksek tüm hocalarıma buradan selamlar, hepsinin ellerinden öpüyorum.

Devamına da bir şey demiyorum, demek istemiyorum.

3 yorum:

  1. Sen neymişin be nil cok güzel bi yazı olmus iştahla okudum ve hepsine gercekten katıldıgımı belirtmeden gecmek istemiyorum.Ellerine sağlık

    YanıtlaSil
  2. Konu çok güzel ifade edilmiş, öncelikle tebrik ederim. Plagiarism'in Türkçe karşılığı olarak da genelde "intihal" kullanılır.

    Üniversitelerin bir kısmında ödevler verilir önemli yüzdeler ile, devamsızlık belli bir sınırdadır, insanlar devamsızlıktan kalabilir. Bir kısmında da değil ödev, devam zorunluluğu dahi yok. Öyle olunca da sınavdan sınava okula gelen öğrencileri fazlasıyla görmek mümkün. Dolayısı ile mesleğine dair düzgün bir bilgi birikimi edinmeden mezun olan bireyler. Bunları göz önünde bulundurunca ilk seçenek daha makul gibi sanki. Türkiye şartlarında malesef böyle demek zorundayım.

    Ödevler konusunda hocalarınızdan şöyle bir istekte bulunabilirsiniz. Ödevlerde belli bir yüzdeyi geçmemek koşulu ile (örneğin %15) öğrenciler birbirleri arasında referans vererek alıntı yapabilsin. Böylece öğrenciler hem kaynak göstererek alıntı yapmayı öğrenir, hem de ödevlerden daha çok şey kazanırlar. Amaç da bu değil mi zaten? Diğer türlü internet'den dahi en ufak alıntıda insanlar kopya çekmiş muamelesi görüyor. O zaman ödev vermeyin direk sınav yapın, farklı kaynaklardan yararlanıp problem çözmeyi öğrenemedikten sonra ne anlamı kalıyor ödevlerin..

    YanıtlaSil
  3. İntihal de Türkçe sayılmadığı için onu kullanmayı tercih etmemiştim. :)

    Tamam sınavdan sınava okula gelen öğrenci çok olur ama bu yine de onun seçimi olur, kazanacağı da kaybedeceği de kendinedir. Eğer okuldan bir şey kazanmadan giderse, bunun sıkıntısını mezun olduktan sonra yine kendi yaşar. Bunun için insanların bu konudaki seçimlerinin kendilerine bırakılması gerektiğini düşünüyorum. Koskoca insanlarız çünkü.

    İkinci olarak söylediğin(iz) şey de oldukça mantıklı geliyor kulağa. Ama insanlardan nasıl bir tepki alırdı, onu pek bilmiyorum. Çünkü pek çok konuya önyargıyla yaklaşıldığını görüyorum. Emin değilim. Olsa çok güzel olur ama.

    YanıtlaSil