29 Ekim 2012 Pazartesi

Omuz ve ense arasında bir yerlerde

Çürümek de bir sanattır bazen, böyle olduğunda işleri çok farklı noktalara geçirebilir. Net konuşmayalım ki kimse uyanmasın. Sarı yapraklar kaldırımlarda desenler oluşturmaya başladı; yağmur damlaları çizdi bütün bu desenleri. Metrelerce yukarıdan hızlarını alarak alçaldılar, alçaldılar, alçaldılar; sonra bir yaprağa denk geldi biri belki, ötekisi arabanın tepesine düştü, bir diğerinin yolculuğu annesinin elinden tutarak çekiştirdiği bir çocuğun avucunda son buldu. Bazıları ise yerdeki sarı yaprakların üzerine düşüp onları betona yapıştırdılar; tıpkı anaokulundayken yaptığımız faaliyette arka bahçeden yaprak toplayıp yapıştırıcıyla plastik tabağa yapıştırdığımız gibi. Onun yapışkansızı. Ve daha kendiliğindeni. Ve arka bahçede olmayanı. Aslında arka yok, ön de yok. Aslında böyle bir şey de yok, çünkü ikisi de var. Biri diğerini var gibi gösterdi. Ya da aralarındaki binalardı belki bunu gösteren. Ya da bu binayı gören gözler. Ya da görüleni işleyen beyin. Ya da işleneni anlayan akıl.

***

Bugün günlerdir benle beraber sürünen kitabımın içinden fırladım, ondan çıktım; eskilerin radyo cızırtılarından, billur seslerinden taştım; ondan da çıktım, biraz daha yeni eskilere bulaştım, tatlar, kokular, sesler, ışık birbirine geçti; uykum geldi, başımı güvenle yasladım. Eskiyen, ama pas tutmayan şeylerin arasında güzelleştim, mutluluğu hissettim. Zamanında "Acaba olur mu ki" dediğim şeyler olmaya devam ediyor. Güven duygusu sardı etrafımı, o tanıdık, bildik seslerin içindeydim yine. Bilinenlerin üzerinden yıllar geçmişti, bilinen şeyler değişmişti, ama ben onları hala biliyordum, bilmeye devam ediyordum; bu yüzden güvendeydim, tanıyordum. Şu duyguyu o kadar seviyorum ki. Gözlerime külçeler bağladılar sanki; uykum var, üstelik saçım başımdan da sigara kokuları yükseliyor. Başka şeyler de var. Yine de mutluyum. Bunun adı "güven" duygusu. O noktalara bakınca anlıyorum. Yanılmayacağımı biliyorum. Uzaklardan... Kimsecikler alıp götürmezken... Güzelliklere sarılmak... Yaşamın getirdiği bütün o saçmalıkların arasındaki ufak tefek iyi niyete tutunmak... Elimde olan bu çünkü...

Bugün bu kadarız. Resim yok, Fırat karikatürü yok, müzik yok. Hepsi benim kafamda çünkü. Benimle beraber kalacaklar. ANLATAMAM. Çok uykum var. Silip tekrar yazamam. Silemem. Tekrar yazamam. Yazıyorum. Aslında gerçekten yazamam. Sadece kafanızı karıştırıyorum. Kafam karışmıyor. Kafam yok gibi. Kafam var tabi ki de. Ama size olmadığını söylüyorum. Olmadığını söylemiyorum, yok gibi olduğunu söylüyorum. Gözlerim kapanıyor. Kopyayı birinden aldım. Peki o da benim gibi beceriksiz miydi? Hiç sanmıyorum. Anlaşılmayı bekliyor muydu? Büyük ihtimalle hayır. Zeki bir adamdı. Bu yüzden kimse onu anlamadı. O da bunu biliyordu. Bunun için rahat davrandı. Atlanacak cümlelerle doldurdu paragrafları. Yine de yazdı. Yazmayı bırakmadı. Belki bıktı. Bölük pörçük oldu her şey, birleştirmekten nefret etti, en sona bölük pörçük cümleler bıraktı. Bitti sanıyordum, bitmedi. Bitmedi sanıyordum, sandığımdan daha kolay bitti. Bir gece öncesinin saçma sapan, prefrontal kortekssiz rüyalarını bir yana bırakalım ve bu akşamın saçma sapan, prefrontal kortekssiz rüyalarına geçelim. Fazla tekrar yapmadım. "Yapmadım" değil, "yapmadan". Ben bayadır tekrar ediyorum halbuki. Bu kopyayı birinden aldım ben, bir adamdan. Kır saçlı. Mavi gözlü. Delici bakışları var. Zeki bir adam; zekası gözlerinden okunuyor. Kendisini çok iyi tanımıyorum. Ama ondan çok önemli bir kopya aldım. Benim için çok önemli. Başkalarının umrunda bile olmayabilir. Sorun değil. Saat ilerledi. Dün bu saatte çoktan uyumuştum. Çoktan uyumamıştım aslında, yeni uyumuştum, belki bir yarım saat olmuştu. Uykuyla, uykusuzlukla ilgili şikayet etmek ya da bunlarla ilgili bir şikayeti okumak çok sıkıcı; çünkü çok sıradan. Bu yüzden sus. Bugün hep susturuldum. Saçlarım sigara kokuyor. Ellerim de. Büyük ihtimalle üstüm başım da sigara kokuyor. Giysilerimi havalandırmalıyım. Kitabımı da çantamdan çıkarmalıyım. Uyumam gerek, ama uyumakla ve uykusuzlukla ilgili şikayet etmek istemiyorum. Aslında biraz fazla uyuyorum, bu kadar uyumasam da her şey yolunda gidebilmeli. Sonra aniden aklıma İzmir'deki o "İzban" durağı geliyor; sanırım Semt Garajı durağıydı (delici bakışlı adamın aksine ben yer adlarını açıkça belirtmekten kaçınmıyorum, başka şeylerden kaçınıyorum). Cayır cayır yanan havada ayağımdaki topuklu, siyah ayakkabıların üzerinde uzun süre yürümüş, yürümüş ve yürümüş olmanın getirdiği yorgunlukla ayaklarımın yandığını hatırlıyorum. Topuklu ayakkabılarımı çantamdaki düz ayakkabılarla değiştirirken etrafımdaki insanlar garipsiyorlar biraz biraz; ama umrumda değil. Yine de topuklu ayakkabıları düz ayakkabılarla değiştirmek rahatlamak için yetmiyor, çünkü ayak tabanlarım sıkışmaktan, sıcaktan uyuşmuş, düz ayakkabıyla bile üzerine basamıyorum. Sonra İzban geliyor olsa gerek; yürürken ayaklarımı yan yan basıyorum tabanlarım acımasın diye; sonra da büyük ihtimalle klimayla serinletilmiş vagona binişim ve ardından anneannemin evine doğru yol alışım... Cümleleri yarım bıraktığımı görünce kendime kızıyorum; her şeyi yarım bırakacaksam yazmamın bir anlamı var mı? Yarım cümleleri sonunu başkaları getirsin diye yazıyoruz, ama aslında herkes anca kendi payına düşeni çıkarabiliyor; sadece bu yarım cümlelerden de değil, tam cümlelerden bile. Yine de tam cümleler yarım cümlelere göre biraz daha fazla tercih edilmeli gibi geliyor içinde bulunduğum durum için; ama ben tüm bunların aksine cümleden kat'iyen atılmaması gereken kelimeleri bile çıkarmaya başladım; neyse ki çok geçmeden fark edebiliyor ve düzeltebiliyorum; ve siz de okuduğunuzdan belki koca bir tuz gölünde bir tuz tanesi kadar daha fazla şey çıkarabiliyorsunuz. Ne büyük başarı, ne büyük şevk. Sonra Demirköprü'den geçtikten sonra Tansaş'ın önünden sahile çıkan yol düşüyor zihnime, bir yaz akşamı belli ki, arabaların farları yolun kenarındaki pembe çiçeklerle dolu ağaçları ve diğer ağaçları aydınlatıyor.

Açıkça görülüyor ki, uyumalıyım. Yazdığımı sonuca bağlayacak kadar bile uyanıklığım yok. Bundan faydalanmak istiyor bir yanım, öteki yanımın ise başı klavyeye düşmek üzere. "adsgggggggggggggggggggggggggggggg" gibi anlamsız ve takık bir yazı görürseniz bilin ki başım klavyeye düşmüştür ve uyuyakalmışımdır, sonra da bir şekilde uyku arasında "yayınla"ya basmışımdır ve sonra siz yazıyı okumaya başlamışsınızdır, hatta utanmadan sıkılmadan sonuna doğru da gelmişsinizdir (umuyorum ki artık sonu olur buralar bir yerler). Belki aralarda başka şeyler olmuştur, belki kapı çalmıştır ve gidip kapıya bakmışsınızdır, belki Facebook chat'ten biri sizi dürtmüştür, belki anneniz seslenmiştir, belki de bambaşka bir şey. "Uyusana artık ya!" dediğinizi duyar gibiyim, biliyorum, gerçekten uyusam iyi olacak ama bir yanım da susmuyor işte; anlatacak bir şeylerim var gibi, aslında yok gibi de, şimdiye kadar yazdıklarıma bakarsak; bilmiyorum, evet, sonradan tekrar bakarsak; bizi ne kadar tatmin edebilir bilemiyorum.

Biliyorum ama gerçekten biliyorum, bu gece için uyku vaktim geldi; çünkü hem gözlerim kapanıyor, hem hala üstüm başım sigara kokuyor (ki sigara içmem, sigaradan hiç ama hiç hoşlanmam, sigara kokmaktan da pek hoşnut sayılmam), hem yarın düzgün bir saatte uyanabilmem lazım. Başımın arkasından yukarı doğru hafif bir ağrı yükselmeye başladı; "çeneni kapat" diyor belli ki. Tamam. Tekrar görüşelim buralarda. Yeniden beklerim. Hem sizi, hem kendimi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder