Eylül ayı, daha önce bundan bahsettim mi, ya da önce yazıp sonra sildim mi, emin değilim ama; sevdiğim bir ay. Sadece bu ay doğduğum için değil. Bir şekilde benim için pek çok başlangıçları sembolize ediyor. Başlangıçları severim. Serin havaların başlangıcı, nefes almanın başlangıcı, yazın sıkıcılığından çıkmanın başlangıcı... İlkokulda okul alışverişi zamanı, yeni önlük, yeni okul ayakkabıları, kaplanacak defterler, kullanılacak yeni renkli kalemler ve başka şeyler (ilkokuldan beri kırtasiyelere meraklıyımdır). Öğrencilik hayatı boyunca sabah erken kalkmalar, okul yollarına düşmeler... Her seferinde yeni hocalar, yeni ders programları. Bazen yeni arkadaşlar, alışıldık/alışılmadık yüzler. Uzun bir tatil boyunca geç kalktıktan sonra biz "N'olduk ki şimdi" derken, bir yandan gözleri kamaştıran sabah güneşi. Bir zamanlarda rutine bağlanan şeyler bile o ilk günlerde farklı bir anlam kazanır. Uzun bir tatilden sonra eve dönünce hissettiklerim gibi mesela.
***
Schrödinger'in kedisi. Bu düşünce deneyinden haberdar olmak bazen baya işe yarıyor.
Hem ölü, hem diri. Hem evet, hem hayır. Hem 0, hem 1. Hem gerçek, hem hayal. İkisi de birer olasılık, ikisi de eşit, yani 0,5 paya sahip. Birine sevinemeyeceğin gibi, diğerine de üzülmezsin. Ta ki, kutunun kapağını açıp içine bakana kadar. Kutunun kapağını açıp, kediyi gözlemlediğin anda iş olasılık olmaktan çıkıyor; olgu halini alıyor.
Ya ölü, ya diri. Ya evet, ya hayır. Ya 0, ya 1. Ya gerçek, ya hayal. İşte o zaman ya hapı yutuyorsun, ya da duvarlara tırmanıyorsun.
Şimdi... 0,5 ile yetinebilir misin, yoksa 0 elde etmek pahasına, 1'i gözlemleyebilmek için kutunun içine bakar mısın? Zor soru, kabul ediyorum.
Aşağıda bahçede ağaç yaprakları hışırdıyor. Fonda, yine Alberto Iglesias'ın Los Amantes del Circulo Polar soundtrackleri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder