11 Mayıs 2010 Salı

classical conditioning, imagination ve kampüste bir gece yürüyüşü

Diyeceklerim aslında şundan öteye geçmeyecek belki: "Classical conditioning rules. Imagination is everything." Kimseden alıntı değil. Demin dünü düşünürken bir anda aklımdan geçti.

İnanmak istiyorum, sonuna kadar inanmak istiyorum. İstersem inanacağımı biliyorum. Ama inanmam her şey değil, bir yanım mantıklı davranmamı söylüyor ve ben yine kırılmak istemiyorum. Ama o klasik şartlanma o kadar güzel şeyler taşıyor ki aklıma, kanıveriyorum hemen.

Dün gece saat 2'ye doğru kulüp toplantısının arasında hava almak için dışarı çıktım, biraz tek başıma gezdim, Damien Rice'ın Delicate'ini dinledim, odasında oturmuş, derin derin bir şeyler düşünüp gözlerini bir yere diken Gregory House misali ben de gözlerimi ağaçların yapraklarına diktim. Rüzgar yanaklarıma, saçlarıma çarptı. Tertemiz, serin havayı soludum, çiçek kokuları geldi burnuma. İşte o an her şeyin şu an benim gördüğüm gibi olmadığına ve aslında beklediğimden fazlasının olabileceğine inanmak istedim. Tam da bunu istedim. Olasılık kareleri gözümün önünden geçti, o gün algıladığım başka bir şeyle birleşti, bütün oldu, kare oldu, an oldu. Hem nefret ettim, hem delicesine sevdim.

Bir hüzün kapladı içimi, içime çektiğim hava kadar temiz. Aslında belki hüzün de değildir bu duygunun adı, belki olmamalıdır; çünkü içinde bir şekilde insanın kendisini rahat hissetmesine izin veren parçalar da vardır. Canımı yakışı bile dünyanın en tatlı saçmalığı. Hep etrafımda olsa da arada canımı yaksa dedirten.

FA'nın oralardaki banklardan birine oturdum, ellerimi ceplerime soktum, kafamı yukarı doğru kaldırdım. Tam tepemdeki sokak lambasını ve büyükayı takım yıldızını ve o mavi renkli gezegen hangisi ise (venüs olabilitesi yüksek) onu seyrettim. Serin hava yüzüme çarptı, sessizlik de öyle. Derin derin nefes aldım. Bir ara yanımdan biri geçti elinde kitaplarla, yorulmuştu galiba.

Benim için uzun zamandır içinde bulunduğum en huzurlu 5 dakikaydı galiba. Hem hava olarak, hem de düşünce olarak harikaydı. Çünkü inanmak istiyordum.

Hala istiyorum. Bir yandan korkuyorum, bir sonraki sefere kapıların yine kapanmasından korkuyorum. Cesaretli davranmak gerek belki, belki insanın elini taşın altına sokması gerek olabilecekleri görmek için. Kabul ediyorum. Ama şu an öyle bir durumdayım ki, hem elimi taşın altına sokmak, hem de o taştan ve altındakilerden köşe bucak kaçmak için bir sürü sebebim var.

Açık kapatmaya çalışmak dünyanın en budalaca şeyi, olmuyor da öyle bir şey zaten.

Tek istediğim inanabilmek, dün gece dışarıda soluduğum temiz hava kadar net bir şekilde inanabilmek. Onun için de, "ben"in "ben"den kurtulması gerek.

Uykusuzum, yorgunum, kafam tonlarca "spam" ile dolu (bu spam'lere tüm o notu 100'e tamamlamak için verilmiş, anlamsız, aptal ödevler, projeler vs vs dahil) ama aslında odaklanmak istediğim bazı şeyler var. Kampüste gecenin bir körü Delicate ile biraz daha zaman geçirmem gerekiyor. Aklıma ilginç ilginç şeyler geliyor.

Canımı yaksa da seviyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder