"I expected you to give me hope. You made me feel more miserable."
Hiçbir filmin repliği değil. Kafamın içinde kendi uydurduğum repliklerden biri. Benim filmimin diyelim ya da. Film gibiyim, valla bak. Haha.
Bilmiyorum, emin olamıyorum. Hani derslerde sürekli "uncertainty" diyip duruyoruz ya, öyle bir durum var bende. Bende değil, burada. Bir türlü emin olamıyorum. Bir döneklik var olayda. Bazen diyorum ki, "Aha, tamam bu sefer oldu". Tam onun arkasından başka bir olay çıkıyor, ve sonuç: "FısSsSsss..."
İnsan doğası tahmin edilmesi zor. Hele bazı insanlar var ki, onların doğalarını tahmin etmek hiç mümkün değil. Ne demiş John Stamos abimiz (yani Jesse amca - amcaya gel), Full House dizisinin jenerik müziğinde: "Whatever happened to predictability/The milkman, the paperboy, the evening TV/When did I get to living here? Somebody tell me please/This whole world's confusing me"
İnanabilseydim güzel olurdu, ama inanamamamın tek sebebi kendim olmadığı için kendimi çok da kötü hissediyorum sayılmaz. Olaylara da Ted Mosby gibi bakmayı öğrendim. Evet, Ted Mosby karakterini çok seviyorum. Ayrıca da tam şu saniye Into the Wild soundtracki dinliyorum, Kaki King - Doing the Wrong Thing. Yolculuklara çıkasım geldi, bilinmedik yerlere.
Bu da classical conditioning midir ki?
(Dediğim şeylerin yerine gitmediğinden baya bir emin olduğum için rahat rahat konuştuğum gerçeği)
Finallerim bitiyor, bitecek, 3 tane kaldı. Sonra da staj koşturmacası. Yine Doğadan'da çalışsam ya. Meyve çayı kokuları arasında. Unutsam sonra. Yolda Naci en Alamo dinlesem, Tony Gatlif versiyonunu.
Tam bir belirsizlik içinde hissediyorum kendimi şu an.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder