Sana ait sandığın, ama aslında hiçbir zaman "senin" olmamış şeyler. Arkadaşlar. Arkadaşlıklar. Tanışıklıklar. Sevgiler. Hatta nefretler.
Böyle hissetmeyi haklı kılacak ve kılmayacak şeyler arasında o kadar ince bir çizgi var ki, gençlik yılları bu silik çizgiyi konumlandırmaya yönelik alıştırmalarla geçiyor.
Doğruyla yanlışı, gerçekle gerçek olmayanı (yalan ya da hayal denebilir buna, duruma göre), olması gereken ile olmuş olanı ayırt etmek...
Canımız yana yana, kendimizi garip, bazen çelişkide hissede hissede öğreniyoruz.
Bir yandan ise topluluğa karışmak, onun bir parçası olmak; onun içinde çözünmek; aynı zamanda farklı da olmak için can atıyoruz. Burada da çelişiyoruz, çelişkili hissediyoruz.
Bazen insanların yüzlerine bakıyorum, yüz ifadelerinden bir şey çıkarmaya çalışıyorum. Bazılarını az çok anlıyorum ama bazılarında olması gereken şeyleri bulamıyorum. Olması gereken şeyin olması gerektiği konusunda bir sıkıntı yok. Ama çıkan sonuç şaşırtıcı. Çünkü, öyle değil işte. Olması gereken, olması beklenen olmuyor.
İşte o noktadan sonra denecek fazla bir söz de kalmıyor zaten. Bütün olay, House gibi "Everybody lies" diyip, göreceli mantık sınırları dahilinde devam edebilmekte belki de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder