11 Aralık 2010 Cumartesi

for life.

Açıklıyorum, Max FM, Ankara'nın başına gelmiş en güzel şeylerden biridir bence. Adamlar güzel müzik yayınlamanın dışında, mikrofon başında içten de davranabiliyorlar bence, saman gibi konuşmalar olmuyor; insanı sıkmıyor, üstüne gülümsetiyor. İşte tam olarak bu yüzden de, bu radyoyu çok seviyorum. Ankaralı olmanın nadir güzel yanlarından.

Başından başlayarak anlatıyım madem son birkaç günü.

Çarşamba akşamı uçakla kalktık, İstanbul'a gittik projemiz için. Gece Gebze'ye vardık, oteli karşısındaki çorbacıya ufak bir ziyaretten sonra uyuduk, sabah kendimizi Unilever'in deposunda bulduk. Öğlene kadar projeyle ilgili konuştuk, öğle yemeğini depoda yiyip kendimizi Ümraniye'deki merkez binasına attık. Akşam 5'e kadar da orada toplantı yaptık. Daha sonra Ataşehir'deki terminale gittik, terminal tostu yedik.

Otobüsün gelmesini beklerken bir olay oldu ki, okurken komik olur mu bilmiyorum ama yine de anlatmam gerek bence. Bekleme salonu ile tuvaletlerin arasında bir çocuk, tuvaletteki annesine aynen şöyle seslendi: "AAAAANNEEEEEEE SENİN TUVALETİN BÜYÜK MÜ KÜÇÜK MÜÜÜÜ... AAAAAANNNEEEEEEEE... SENİN TUVALETİN BÜYÜK MÜ KÜÇÜK MÜÜÜÜ..." Çocuğun bunu demesiyle beraber bekleme salonundan gülüşmeler yükseldi. Daha sonra kadın tuvaletten çıktı, hiçbir şey demeden çocuğun elinden tuttu ve olay yerinden uzaklaştı.

Güzel bir otobüs yolculuğu yaptım. Bir önceki yazımda biraz ondan bahsetmeye çalışmıştım ama beceremedim, olmadı, galiba aklımdan geçenleri hak ettikleri gibi anlatmam da pek mümkün olmayacak.

Gece otobüs yolculuklarını seviyorum. Otobüsteki ışıklar kapandığında kulaklığımdan gelen müziğin hiç bilmediğim yerlerdeki hiç bilmediğim ağaçların, dağların, taşların arasına karışmasını seviyorum. Otobüsün penceresinden Avcı takımyıldızını seyretmeyi, gözlerimi Orion'a dikmeyi seviyorum. Bu beni kesinlikle dinlendiriyor.

Nitekim dinlendim yine. Yolculukta arkamdaki koltukta 5 aylık bir bebek vardı ve yol boyunca ağladı; ama o kadar tatlı bir bebekti ki, sinir bile olmak mümkün değil. Kızılacak bir durum da zaten yok. Işıklar açılınca bir de gülücükler atıyordu ki. Bebeklerin de çoğunu seviyorum galiba.

Bir de üstüne anılar var tabi. Son İstanbul-Ankara yolculuğumla bugünün arasındaki farklar, aynı yollardan bir kez daha geçince bir an için kaybolmuş gibi oldu. Aslında kaybolmadıklarını ben de çok iyi biliyordum ama insanın hayal gücü o kadar geniş ve sonsuz ki.

Bunu anlatırken dün gece gördüğüm rüyayı hatırlar gibi oldum bir an. Bir kare geldi gözümün önüne ama anında unuttum. Benim gibi duyduğu Rusça kelimenin anlamını 10 sn içinde unutabilen bir insan için çok da anormal bir durum değil tabi.

Özlüyorum, hem de özlemiyorum. Özlüyorum, çünkü hayal gücüm çok geniş. Özlemiyorum, çünkü ayaklarım yere basıyor, öyle bir şey olmadığını ve olmayacağını biliyorum. Ben, işte böyle tam ortamdan ikiye bölünüyorum.

Yine de, bu ikilemin bile verdiği abuk bir memnuniyet hali var. Mutluluk demiyorum, sadece memnuniyet. Demek ki bu ikisinin farklı olduğu yerler de varmış.

Dün akşam ilk kar düştü Ankara'ya. Bu durum benim için aynı zamanda Los Amantes del Circulo Polar soundtracklerinin dinlenirken ayrı anlam kazanacağı zamanların başlangıcına tekabül ediyor.

Bugün ekonomi sınavım için okula gittim. Çıkışta bembeyaz olmuş kampüste 3-5 dakika yürümek güzeldi.

Kısacası, biraz değişiklik oldu hayatımda; sevdiğim hatıralarıma bulaştım falan, çok da iyi oldu, çok da güzel oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder