Yakmıyorum bu sefer lambaları. İstesem de yakamam ki zaten, elektrikler gitti. İyi ki de gitti.
Dışarıda baya geniş bir alanda yumuşak, varla yok arası ay ışığından başka bir şey vurmuyor binaların yüzlerine. O pis, alakasız pembeleri, sarıları usulca saklıyor. Kuaförlerin, anahtarcıların gözümüzün içine içine işleyen o led tabelalarına elektrik gitmiyor. Her şey koyu renkli, siyahlara, lacivertlere, kopkoyu yeşillere bürünmüş. Aynen olması gerektiği gibi.
Gece karanlığını severim, her şey o kadar doğal, "gerçek" ve sonuç olarak da uyumlu olur ki... Sokak lambaları tarafından artık umutsuzca aydınlatılmaya çalışılmayan o dış cepheleri garip apartmanların karanlığa gömülmesi ile koca, saçma sapan bir mahallenin neredeyse insancıl hallere bürünmesi durumu var bir yandan. Diğer yandan da, kafamı kaldırıp baktığımda Jüpiter ile beraber tonlarca yıldızı görebiliyorum mesela. İnsanoğlunun neyse ki henüz dokunamadığı, bozamadığı yerlere.
Kendimizden ne kaldı ki elimizde? Yabani otları yolunmuş çimler mi? Karasal iklimin göbeğinde kafeslerine kapattığımız tropikal bölge kuşları mı? Ya biz? Bizim görünmez kafeslerimiz?
Bir Ay kaldı, bir de yıldızlar.
Elektrikler geldi. Uyku vakti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder