Bazen çekilmez olmak istiyorum. Karşımdaki beni anlamasın istiyorum. Anlamasın ama anlamaya çalışsın; böyle, biraz kıvransın istiyorum.
Birileri de birazcık benim suyuma gitsin.
Biraz olsun, ben gıcıklık yapmak istiyorum. Sonucunda alttan alınmak istiyorum.
Bir kere de binbir takla atıp anlatamayan yerine anlamayan, gözünün önündeki şeyi görmeyen ben olayım.
Sürekli aynı tarafta hissediyorum kendimi şu sıralar. Sürekli bir şeyler anlatmaya çalışan, ama karşısındaki insanın gözü bunu görecek kadar açık olmadığı için o kişi tarafından anlaşılmayan biri. Bu da bir süre sonra insanı düşünmeye zorluyor.
Ha bu dediklerimi bekleyebileceğim kimse yok tabi ki. Kimseye yapamam. Ama biraz yer değiştirmek isterdim.
Arada değişiklik lazım. Dengesizlikteki dengeyi bulmak için.
15 Şubat 2010 Pazartesi
6 Şubat 2010 Cumartesi
zaman, umut, fraktal
Zaman değişkendir.
Bu kimi zaman korkutuyor, kimi zaman da çok rahatlatıyor. Şu an beni rahatlatıyor mesela.
Evet, buna biraz güvenmek gerek.
Niye kendimize eziyet edelim? Niye fırsatları değerlendirmeyelim?
Ne olacağı hiç belli olmuyor tabi ki, ama içimde güzel hisler var. Umut var. Her gün hayattan biraz daha fazla şey öğrenmenin getirdiği mutluluk var. Elde etmek için ödün verdiğim, uğraştığım, ama günün sonunda hak ettiğim bir mutluluk.
Bir de, fraktal desende aynı sonsuz sayıda parçadan biri olduğumu bilmenin verdiği umut tabi ki. Farklı ölçek, aynı şey.
Güzel bir uyku zamanı. Kafamdakilerin nelere daha yakın olduğundan biraz daha eminim artık, ne de olsa.
İk.
Bu kimi zaman korkutuyor, kimi zaman da çok rahatlatıyor. Şu an beni rahatlatıyor mesela.
Evet, buna biraz güvenmek gerek.
Niye kendimize eziyet edelim? Niye fırsatları değerlendirmeyelim?
Ne olacağı hiç belli olmuyor tabi ki, ama içimde güzel hisler var. Umut var. Her gün hayattan biraz daha fazla şey öğrenmenin getirdiği mutluluk var. Elde etmek için ödün verdiğim, uğraştığım, ama günün sonunda hak ettiğim bir mutluluk.
Bir de, fraktal desende aynı sonsuz sayıda parçadan biri olduğumu bilmenin verdiği umut tabi ki. Farklı ölçek, aynı şey.
Güzel bir uyku zamanı. Kafamdakilerin nelere daha yakın olduğundan biraz daha eminim artık, ne de olsa.
İk.
5 Şubat 2010 Cuma
güç-zaman-evren-umut-ayrıntılar-kusurdaki kusursuzluk
Sevginin beni yorganım gibi sarmasını istiyorum. En büyük sevginin.
Eğer kendimi güçsüz hissedersem neyi nereden isteyeceğimi daha iyi biliyorum şu an. Çünkü aslında benim ihtiyacım olan tek bir şey ve onu isteyebileceğim tek bir yer var.
Bunun ne olduğunu uzun uzun anlatmaya çalışmayacağım, zira zaten benim ne demek istediğimi anlayan, anlaması gereken kişilerin büyük çoğunluğu anlayacaktır. Keza, anlamasalar da önemli değil.
Bu aralar bazen kendimi çok güçsüz hissediyorum, malum; son zamanlarda beni değiştiren çok fazla şey oldu. Bununla beraber, bir yandan öğreniyorum da; ya da önceden teorik olarak bildiğim şeylerin pratikte var olup olmadığını görüyorum. Bu yüzden de, yine kötü sayılmam.
Hala mutlu olmak için çok sebep var elimde. Bunları biliyorum. Bazen kaybettiğim ufak tefek şeyler kafama takılıyor, başak burcuyum ya hani; ayrıntılara çok takılırım ya... Sonra yine kendimi toparlıyorum; kaybetmediklerim ve kazandıklarım da önemli şeyler çünkü.
İşin en garip şekilde rahatlatıcı tarafı da; ne olursa olsun, her geçen anla beraber hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçeğinin yanında; zamanın durmasının da ışık hızına çıkabilmenin bir yolu bulunmadığı sürece imkansız olduğu ve acı, tatlı her şeyin zamanla yerini başka acı ve tatlı şeylere bıraktığı ve böylece de bizim o acı anlarda durup daha fazla acı çekmemize izin olmadığı gerçeği.
Hayat böyle bir şey işte. Hızla akan bir nehre benzetirler bazen; tipik edebi, sıradan bir laf gibi gözüküyor ilk önce.
Ama bir düşününce gerçekten de haksız bir benzetme değil. Kendi seçimlerimizle, hayatın kendi akış yönü içerisinde, belki aksine; hepimiz kendimize birer yol çiziyoruz işte.
Zaman akıp giderken bazı şeyleri kontrol edebiliyoruz ama bazı şeyler (hatta evrende ne kadar küçük ve aynı zamanda ne kadar da büyük olduğumuzu düşünürsek pek çok şey) de tamamen kontrolümüz dışında.
Elimden gelenin en iyisini yapıp bekliyorum. Ve gerçekten, gerçekten güzel şeyler oluyor.
Tesadüf gibi gözüken; ama aslında kaotik evrenimizin her bir parçasının bir şekilde bunun böyle olması için savaştığı zamanlar.
Bu gerçekten harika. Beni o kadar mutlu ediyor ki.
İşte o zaman, her şeye daha fazla umutla bakabiliyorum.
Çünkü ne olursa olsun evren bir şekilde bende benim için, sizde sizin için o şeylerin öyle olmasını sağlayacak şekilde çalışıyor. En ufak ayrıntıları bile atlamadan.
Her şey yerli yerinde, olayların tetikleri sadece zamanı gelince çekiliyor.
Bu gerçekten harika. Olağanüstü bir güzellik.
Güzellik sadece göze görünen şey değildir.
Kusurda bile kusuzsuzluk barındıran bir evrenimiz var.
Şimdi her şey bizim anlamamız için bu kadar karışıkken; gel de aklına, algılarına güven. Hadi bakalım.
Eğer kendimi güçsüz hissedersem neyi nereden isteyeceğimi daha iyi biliyorum şu an. Çünkü aslında benim ihtiyacım olan tek bir şey ve onu isteyebileceğim tek bir yer var.
Bunun ne olduğunu uzun uzun anlatmaya çalışmayacağım, zira zaten benim ne demek istediğimi anlayan, anlaması gereken kişilerin büyük çoğunluğu anlayacaktır. Keza, anlamasalar da önemli değil.
Bu aralar bazen kendimi çok güçsüz hissediyorum, malum; son zamanlarda beni değiştiren çok fazla şey oldu. Bununla beraber, bir yandan öğreniyorum da; ya da önceden teorik olarak bildiğim şeylerin pratikte var olup olmadığını görüyorum. Bu yüzden de, yine kötü sayılmam.
Hala mutlu olmak için çok sebep var elimde. Bunları biliyorum. Bazen kaybettiğim ufak tefek şeyler kafama takılıyor, başak burcuyum ya hani; ayrıntılara çok takılırım ya... Sonra yine kendimi toparlıyorum; kaybetmediklerim ve kazandıklarım da önemli şeyler çünkü.
İşin en garip şekilde rahatlatıcı tarafı da; ne olursa olsun, her geçen anla beraber hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı gerçeğinin yanında; zamanın durmasının da ışık hızına çıkabilmenin bir yolu bulunmadığı sürece imkansız olduğu ve acı, tatlı her şeyin zamanla yerini başka acı ve tatlı şeylere bıraktığı ve böylece de bizim o acı anlarda durup daha fazla acı çekmemize izin olmadığı gerçeği.
Hayat böyle bir şey işte. Hızla akan bir nehre benzetirler bazen; tipik edebi, sıradan bir laf gibi gözüküyor ilk önce.
Ama bir düşününce gerçekten de haksız bir benzetme değil. Kendi seçimlerimizle, hayatın kendi akış yönü içerisinde, belki aksine; hepimiz kendimize birer yol çiziyoruz işte.
Zaman akıp giderken bazı şeyleri kontrol edebiliyoruz ama bazı şeyler (hatta evrende ne kadar küçük ve aynı zamanda ne kadar da büyük olduğumuzu düşünürsek pek çok şey) de tamamen kontrolümüz dışında.
Elimden gelenin en iyisini yapıp bekliyorum. Ve gerçekten, gerçekten güzel şeyler oluyor.
Tesadüf gibi gözüken; ama aslında kaotik evrenimizin her bir parçasının bir şekilde bunun böyle olması için savaştığı zamanlar.
Bu gerçekten harika. Beni o kadar mutlu ediyor ki.
İşte o zaman, her şeye daha fazla umutla bakabiliyorum.
Çünkü ne olursa olsun evren bir şekilde bende benim için, sizde sizin için o şeylerin öyle olmasını sağlayacak şekilde çalışıyor. En ufak ayrıntıları bile atlamadan.
Her şey yerli yerinde, olayların tetikleri sadece zamanı gelince çekiliyor.
Bu gerçekten harika. Olağanüstü bir güzellik.
Güzellik sadece göze görünen şey değildir.
Kusurda bile kusuzsuzluk barındıran bir evrenimiz var.
Şimdi her şey bizim anlamamız için bu kadar karışıkken; gel de aklına, algılarına güven. Hadi bakalım.
31 Ocak 2010 Pazar
barış manço'yu özlüyorum.
Yok, cidden öyle ölüm yıldönümüne özel anma yazısı gibi bir şey yazmayı düşünmüyorum.
Çünkü onu zaten her zaman yeteri kadar düşünüyorum, anıyorum.
O gerçekten harika bir insandı. Laf olsun diye de söylemiyorum; gerçekten öyleydi.
Çok anlamazdım o zamanlar; küçüktüm. Ama çok severdim. O öldükten sonra ne kadar değerli olduğu daha da açığa çıktı.
Ondan sonraki hiçbir "Adam Olacak Çocuk" klonu adam olamadı.
Kimseye "Barış" adı bu kadar yakışmadı.
"Ne yapsam da parayı kırsam..." düşüncesinden kimse artık çocuklara ıspanaktan, diş fırçasından, anne babalara iyi davranmaktan bahsetmiyor.
Özlüyorum seni Barış Manço. Çok büyük adamsın.
Mekanın nurlarla dolsun. Güzel insan. Nurlar içinde yat.
Çünkü onu zaten her zaman yeteri kadar düşünüyorum, anıyorum.
O gerçekten harika bir insandı. Laf olsun diye de söylemiyorum; gerçekten öyleydi.
Çok anlamazdım o zamanlar; küçüktüm. Ama çok severdim. O öldükten sonra ne kadar değerli olduğu daha da açığa çıktı.
Ondan sonraki hiçbir "Adam Olacak Çocuk" klonu adam olamadı.
Kimseye "Barış" adı bu kadar yakışmadı.
"Ne yapsam da parayı kırsam..." düşüncesinden kimse artık çocuklara ıspanaktan, diş fırçasından, anne babalara iyi davranmaktan bahsetmiyor.
Özlüyorum seni Barış Manço. Çok büyük adamsın.
Mekanın nurlarla dolsun. Güzel insan. Nurlar içinde yat.
az önce atv haber'e döşediğim mail.
"Merhabalar,
Konuyu fazla uzatmadan ve ne kendi vaktimi, ne de sizin vaktinizi harcamadan başlamak istiyorum.
30 Ocak 2010 Cumartesi günkü haftasonu anahaber bülteninizde spikeriniz sayın Şebnem Sunar Küçük, anladığım kadarıyla atv haber adına çoğul konuşarak internette gezinen bir videodaki iki ilkokul öğrencisi kızı konu alan haber ve programların yapılmasının o kızları mağdur durumda bıraktığını ve bunun yapılmaması gerektiğini söyledi.
Fakat, bu nasıl bir çelişkidir; ben anlayamıyorum. Hadi bu taraflı tutumunuzu ve yorumu seyirciye bırakmayışınızı da bir yana bırakalım; kanalınız hafta içi her sabah sayın Müge Anlı ile bütün cinayetleri, kaçırmaları vs vs saatlerce en ince ayrıntısına kadar tartışmasını çok iyi biliyor ve her nasılsa kanalınız burada kimseyi mağdur olarak görmüyor ve bunu hiçbir şekilde psikolojik ve sosyolojik tehdit olarak ele almıyor. Emin olun sayın Müge Anlı'nın programında tartışılanların toplum üzerindeki etkileri de ileride geri dönüşü olmayacak şekilde büyük ve zararlı olacak.
O zaman nasıl bir tutum sergileyeceğinizi çok merak ediyorum.
İlgilendiğiniz için çok teşekkür eder, iyi çalışmalar dilerim.
Saygılarımla,
Nil TUNCEL"
_____________________________________________________________
ATV - BİZE ULAŞIN
Bize Ulaşın
Mesajınız işleme alınmıştır.
Size en kısa sürede cevap verilecektir.
Konuyu fazla uzatmadan ve ne kendi vaktimi, ne de sizin vaktinizi harcamadan başlamak istiyorum.
30 Ocak 2010 Cumartesi günkü haftasonu anahaber bülteninizde spikeriniz sayın Şebnem Sunar Küçük, anladığım kadarıyla atv haber adına çoğul konuşarak internette gezinen bir videodaki iki ilkokul öğrencisi kızı konu alan haber ve programların yapılmasının o kızları mağdur durumda bıraktığını ve bunun yapılmaması gerektiğini söyledi.
Fakat, bu nasıl bir çelişkidir; ben anlayamıyorum. Hadi bu taraflı tutumunuzu ve yorumu seyirciye bırakmayışınızı da bir yana bırakalım; kanalınız hafta içi her sabah sayın Müge Anlı ile bütün cinayetleri, kaçırmaları vs vs saatlerce en ince ayrıntısına kadar tartışmasını çok iyi biliyor ve her nasılsa kanalınız burada kimseyi mağdur olarak görmüyor ve bunu hiçbir şekilde psikolojik ve sosyolojik tehdit olarak ele almıyor. Emin olun sayın Müge Anlı'nın programında tartışılanların toplum üzerindeki etkileri de ileride geri dönüşü olmayacak şekilde büyük ve zararlı olacak.
O zaman nasıl bir tutum sergileyeceğinizi çok merak ediyorum.
İlgilendiğiniz için çok teşekkür eder, iyi çalışmalar dilerim.
Saygılarımla,
Nil TUNCEL"
__________________________
ATV - BİZE ULAŞIN
Bize Ulaşın
Mesajınız işleme alınmıştır.
Size en kısa sürede cevap verilecektir.
30 Ocak 2010 Cumartesi
ulusa seslenemeyiş.
Televizyon kanallarının Recep Tayyip Erdoğan'ın "Ulusa Sesleniş" konuşmasını bütün ulus 9. uykusuna henüz geçmişken yayınlıyor olması gerçeği.
Ve bunun verdiği dayanılmaz hafiflik.
Medya denen şey bütün o kişileri ana haberlerde kimi zaman yerlere vuruyor, kimi zaman göklere çıkarıyor. Bu da başka bir kategori. Ulusa sesleniş konuşmasını gece 00:15'te "Yemekteyiz"in gün içindeki 43508340965. tekrarının ardından yayınlamak.
Hımmmm.
Ve bunun verdiği dayanılmaz hafiflik.
Medya denen şey bütün o kişileri ana haberlerde kimi zaman yerlere vuruyor, kimi zaman göklere çıkarıyor. Bu da başka bir kategori. Ulusa sesleniş konuşmasını gece 00:15'te "Yemekteyiz"in gün içindeki 43508340965. tekrarının ardından yayınlamak.
Hımmmm.
29 Ocak 2010 Cuma
haberlerden nefret ediyorum.
Bıktım şu balyozlu askerli evraklı baskınlı haberlerden.
Arkadaş dünya ne hale geldi; depremler oluyor insanlar ölüyor cesetleri bile gömemiyorlar, küresel ısınma diye bas bas bağırılıyor, kimse çevredir, dünyanın geleceğidir sallamıyor; açlık var insanlar yemek bulamıyor; hastalıklar var; çareler var; araştırmalar var, vs vs.
Ve biz Türkler olarak ana haber bültenlerinde saatlerce bir balyoz seyrediyoruz! Kimin için? Kimin yüzünden?
Bıktım, gerçekten bıktım. Bütün o insanlardan bıktım. Hadi birileri bir naneler yiyor, bari saatlerce seyrettirmeyin ya! Duymak istemiyorum artık! O balyoz birilerinin kafasına ne zaman inecek bakalım; çok merak ediyorum.
Öeh ya!
Arkadaş dünya ne hale geldi; depremler oluyor insanlar ölüyor cesetleri bile gömemiyorlar, küresel ısınma diye bas bas bağırılıyor, kimse çevredir, dünyanın geleceğidir sallamıyor; açlık var insanlar yemek bulamıyor; hastalıklar var; çareler var; araştırmalar var, vs vs.
Ve biz Türkler olarak ana haber bültenlerinde saatlerce bir balyoz seyrediyoruz! Kimin için? Kimin yüzünden?
Bıktım, gerçekten bıktım. Bütün o insanlardan bıktım. Hadi birileri bir naneler yiyor, bari saatlerce seyrettirmeyin ya! Duymak istemiyorum artık! O balyoz birilerinin kafasına ne zaman inecek bakalım; çok merak ediyorum.
Öeh ya!
18 Ocak 2010 Pazartesi
tango, değişiklikler, kümeler, zaman.
Kazanın üzerinden 10 gün geçti.
İyiyim, neredeyse hiçbir şeyim kalmadı. Yaralar, dikişler teker teker düşüyor. Yarın da Hüseyin Amca'ya (dişçimiz) gideceğiz.
Dün kazadan beri ilk defa oturup müzik dinledim. Tercihim eski, ve çok daha eski (1950'lere ait) şarkılardan yanaydı. Aslında harici belleğimdeki o klasörü açmamla tamamen tesadüf eseri parçalarını bulmuş bir zincir. Ama o kadar iyi geldi ki. Sadece kafamı, düşüncelerimi sarmasına izin verdim. O zamanlara gittim. Hayatımda daha önce hiç denemediğim bir şey olmasına rağmen; tango yaptım.
Müzik dinlemenin garip bir etkisi daha açığa çıktı bende; dinlediklerimle de bağlantılı olarak hem tanıdık, hem de yepyeni bir histi o şey. Kazadan önce sıkça yaptığım bir şey olan müzik dinleme işine geri dönmemle beraber, kazadan önce (yani o "B kümesi" gelip benim "A kümemi" dürtüklemeden önce) kafamın içinde dönüp dolaşan şeyleri yeniden düşünmeye başladım. Tek fark, olaylara artık farklı bir pencereden bakmam. Sanırım "A kümesini kapsama" yolunda emin adımlarla ilerliyorum.
Zamanın etkisi de böyle bir şey olsa gerek. Derler ya; "Zaman her şeyin ilacı". İlacı olmasına da gerek yok hatta, zaman işte. Zaman. Değişiyoruz. Hiçbir şey aynı kalmıyor. Bunun korkutucu olmayan yanını da görmek güzel. Ki aslında korkmak bir yana dursun; daha da ilginç olan bir şey var ki, çoğu zaman değiştiğimizi fark etmiyoruz bile.
Hala salonda oturuyorum akşamları. Uzay üssümü (bilgisayar, harici bellek, kulaklıklar...) salonun bir köşesine kurdum bile.
Şimdi biraz bekleyip, ondan sonra adım atmam gerekiyor.
İyiyim, neredeyse hiçbir şeyim kalmadı. Yaralar, dikişler teker teker düşüyor. Yarın da Hüseyin Amca'ya (dişçimiz) gideceğiz.
Dün kazadan beri ilk defa oturup müzik dinledim. Tercihim eski, ve çok daha eski (1950'lere ait) şarkılardan yanaydı. Aslında harici belleğimdeki o klasörü açmamla tamamen tesadüf eseri parçalarını bulmuş bir zincir. Ama o kadar iyi geldi ki. Sadece kafamı, düşüncelerimi sarmasına izin verdim. O zamanlara gittim. Hayatımda daha önce hiç denemediğim bir şey olmasına rağmen; tango yaptım.
Müzik dinlemenin garip bir etkisi daha açığa çıktı bende; dinlediklerimle de bağlantılı olarak hem tanıdık, hem de yepyeni bir histi o şey. Kazadan önce sıkça yaptığım bir şey olan müzik dinleme işine geri dönmemle beraber, kazadan önce (yani o "B kümesi" gelip benim "A kümemi" dürtüklemeden önce) kafamın içinde dönüp dolaşan şeyleri yeniden düşünmeye başladım. Tek fark, olaylara artık farklı bir pencereden bakmam. Sanırım "A kümesini kapsama" yolunda emin adımlarla ilerliyorum.
Zamanın etkisi de böyle bir şey olsa gerek. Derler ya; "Zaman her şeyin ilacı". İlacı olmasına da gerek yok hatta, zaman işte. Zaman. Değişiyoruz. Hiçbir şey aynı kalmıyor. Bunun korkutucu olmayan yanını da görmek güzel. Ki aslında korkmak bir yana dursun; daha da ilginç olan bir şey var ki, çoğu zaman değiştiğimizi fark etmiyoruz bile.
Hala salonda oturuyorum akşamları. Uzay üssümü (bilgisayar, harici bellek, kulaklıklar...) salonun bir köşesine kurdum bile.
Şimdi biraz bekleyip, ondan sonra adım atmam gerekiyor.
11 Ocak 2010 Pazartesi
dördüncü gün.
Bugün kendimi çok daha iyi hissediyorum.
Dudaklarımdaki şiş gittikçe azalıyor. Bu sabah küçük küçük parçaladığım açmayı çorbayla yumuşatarak yedim. Açmanın yarısını yemem tam olarak 1 saat sürdü ama en azından mideme katı bir şeyler girdi. Öğleden sonra da annemin ablası gibi sevdiği komşumuz Ülkü Teyze'nin getirdiği tatlıdan yedim. Onun küçücük bir parçasını yemem de yarım saat falan aldı sanırsam.
Yine bir iki gelen giden oldu.
Aslında insanlar gerçekten o kadar çeşitli ki. Bazı gelenler "Ay vah vah, tüh tüh! Nıçk nıçk, bak görüyor musun olanları!" gibi tepkiler verirken, bazıları ise daha metanetle karşılaşıyor, ya da en azından bize göstermiyor.
Ben iyi ki böyle soğukkanlı birer anne-babaya sahibim.
Bugün fark ettim ki, biz annemle, babamla, kardeşimle birbirimize dayanak oluyoruz. Eğer annem pimpirikli bir kadın olsaydı, ben de bu kadar soğukkanlı ve cesur olamazdım. Aynı zamanda ben dayanıklı olduğum için annem de benden güç alıyor. Kısacası birbirimizi iyi idare ediyoruz.
Demin kapı çaldı, diyafondan bir ses "Kargooo..." dedi. Biraz zaman geçti, baktım; kapıdan anneannem girdi. Dün ya da evvelki gündü sanırım, annem arayıp İzmir'de yaşayan anneanneme haber vermişti. Anneannem tabi ki dayanamamış, bugün sabah yollara düşmüş. Üzüldüm ben de onu buralara kadar taşıdığım için. Hem de beni böyle görünce de üzülebileceğini biliyorum. Ama onun bir şeyde aklı kaldığı zaman ağzımla kuş tutsam durduramayacağım için yapılacak fazla bir şey de yok.
Şimdilik bu kadar.
Dudaklarımdaki şiş gittikçe azalıyor. Bu sabah küçük küçük parçaladığım açmayı çorbayla yumuşatarak yedim. Açmanın yarısını yemem tam olarak 1 saat sürdü ama en azından mideme katı bir şeyler girdi. Öğleden sonra da annemin ablası gibi sevdiği komşumuz Ülkü Teyze'nin getirdiği tatlıdan yedim. Onun küçücük bir parçasını yemem de yarım saat falan aldı sanırsam.
Yine bir iki gelen giden oldu.
Aslında insanlar gerçekten o kadar çeşitli ki. Bazı gelenler "Ay vah vah, tüh tüh! Nıçk nıçk, bak görüyor musun olanları!" gibi tepkiler verirken, bazıları ise daha metanetle karşılaşıyor, ya da en azından bize göstermiyor.
Ben iyi ki böyle soğukkanlı birer anne-babaya sahibim.
Bugün fark ettim ki, biz annemle, babamla, kardeşimle birbirimize dayanak oluyoruz. Eğer annem pimpirikli bir kadın olsaydı, ben de bu kadar soğukkanlı ve cesur olamazdım. Aynı zamanda ben dayanıklı olduğum için annem de benden güç alıyor. Kısacası birbirimizi iyi idare ediyoruz.
Demin kapı çaldı, diyafondan bir ses "Kargooo..." dedi. Biraz zaman geçti, baktım; kapıdan anneannem girdi. Dün ya da evvelki gündü sanırım, annem arayıp İzmir'de yaşayan anneanneme haber vermişti. Anneannem tabi ki dayanamamış, bugün sabah yollara düşmüş. Üzüldüm ben de onu buralara kadar taşıdığım için. Hem de beni böyle görünce de üzülebileceğini biliyorum. Ama onun bir şeyde aklı kaldığı zaman ağzımla kuş tutsam durduramayacağım için yapılacak fazla bir şey de yok.
Şimdilik bu kadar.
10 Ocak 2010 Pazar
üçüncü gün.
Bugünün menüsü:
Sabah uyanır uyanmaz: yarım kupa domates çorbası (antibiyotikten önce)
Öğlen: sütle iyice cıvık hale getirilmiş patates püresi
Akşam: mercimek çorbası, biraz daha patates püresi ve blenderdan geçirilmiş aşure.
Üçüncü gündeyim. Bu gece bir öncekine göre çok daha rahat uyudum, olaydan kareler kafama pek takılmadı. Dudaklarımın şişinin de azalmaya başladığını hissediyorum.
Öte yandan, bilkentkampüs'e bir başlık açarak olayı kimselere duyurmayan zihniyete inat bir şekilde olayı yayma çalışmalarıma başladım.
Yine gelenler, gidenler oldu. Bugün okuldan Tankut geldi. Annemler en sonunda geçen sene Tunus servis durağında bayıldığımda koşup bana su kapan arkadaşımla tanışmış oldu. Çiçekler için de çok teşekkürler!
İyileşiyorum gibi geliyor bana, inşallah gerçekten öyledir. En azından artık önceki iki güne göre biraz daha az değişken bir ruh haline sahibim.
Annem, babam, kardeşim evde benim için seferber oldular. Haklarını nasıl öderim, bilemiyorum.
Dedim ya, insan böyle zamanlarda sevdiklerinin değerini anlıyor. Bugün bir kez daha ne kadar iyi bir aileye ve ne kadar güzel, anlamlı dostluklara sahip olduğumu anladım. Allah ailelerimizi, dostlarımızı yanımızdan yöremizden eksik etmesin.
Şu son iki-üç gün içinde çok şey öğrendim. Hayatımda çok şey değişti. Sadece fiziksel anlamda da değil, bakış açım da değişti. Hayatın, sağlığın nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu gördüm. Bunların da etkisiyle sanırım daha az gurur yaparım olaylarda artık.
Demin birdenbire kendimi nasıl hissettiğimle ilgili olarak en uygun kelimeleri buldum: "level atlamış gibi". Level atlamak belki biraz garip, kendini beğenmişçe gibi gelebilir ama aslında kastettiğim şey daha bilge bir insan olmak değil, daha farkında bir insan olmak.
Bazı şeyler bizim kötülüğümüz için gibi gözükse de aslında iyiliğimize oluyor. Sadece metanetle karşılamamız lazım.
Son olarak babamın demin yemekten sonra söylediği şeyi buraya yazıyorum. İşte bir Mevlâna sözü:
"Sen düşünceden ibaretsin; gerisi et ve kemik
Eğer gül düşünürsen gülistan olursun,
Diken düşünürsen dikenlik!"
Beni "gül düşündüren" herkese çok çok teşekkürler.
Sabah uyanır uyanmaz: yarım kupa domates çorbası (antibiyotikten önce)
Öğlen: sütle iyice cıvık hale getirilmiş patates püresi
Akşam: mercimek çorbası, biraz daha patates püresi ve blenderdan geçirilmiş aşure.
Üçüncü gündeyim. Bu gece bir öncekine göre çok daha rahat uyudum, olaydan kareler kafama pek takılmadı. Dudaklarımın şişinin de azalmaya başladığını hissediyorum.
Öte yandan, bilkentkampüs'e bir başlık açarak olayı kimselere duyurmayan zihniyete inat bir şekilde olayı yayma çalışmalarıma başladım.
Yine gelenler, gidenler oldu. Bugün okuldan Tankut geldi. Annemler en sonunda geçen sene Tunus servis durağında bayıldığımda koşup bana su kapan arkadaşımla tanışmış oldu. Çiçekler için de çok teşekkürler!
İyileşiyorum gibi geliyor bana, inşallah gerçekten öyledir. En azından artık önceki iki güne göre biraz daha az değişken bir ruh haline sahibim.
Annem, babam, kardeşim evde benim için seferber oldular. Haklarını nasıl öderim, bilemiyorum.
Dedim ya, insan böyle zamanlarda sevdiklerinin değerini anlıyor. Bugün bir kez daha ne kadar iyi bir aileye ve ne kadar güzel, anlamlı dostluklara sahip olduğumu anladım. Allah ailelerimizi, dostlarımızı yanımızdan yöremizden eksik etmesin.
Şu son iki-üç gün içinde çok şey öğrendim. Hayatımda çok şey değişti. Sadece fiziksel anlamda da değil, bakış açım da değişti. Hayatın, sağlığın nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu gördüm. Bunların da etkisiyle sanırım daha az gurur yaparım olaylarda artık.
Demin birdenbire kendimi nasıl hissettiğimle ilgili olarak en uygun kelimeleri buldum: "level atlamış gibi". Level atlamak belki biraz garip, kendini beğenmişçe gibi gelebilir ama aslında kastettiğim şey daha bilge bir insan olmak değil, daha farkında bir insan olmak.
Bazı şeyler bizim kötülüğümüz için gibi gözükse de aslında iyiliğimize oluyor. Sadece metanetle karşılamamız lazım.
Son olarak babamın demin yemekten sonra söylediği şeyi buraya yazıyorum. İşte bir Mevlâna sözü:
"Sen düşünceden ibaretsin; gerisi et ve kemik
Eğer gül düşünürsen gülistan olursun,
Diken düşünürsen dikenlik!"
Beni "gül düşündüren" herkese çok çok teşekkürler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)