Kafamın genişleyip kafatasımdan çıkışını fark ediyorum, o sırada bacağımdaki bir kaşıntı beni kendime getiriyor. İşin daha da kötüsü, dün akşamki akıl almaz (saçmalık/etkileyicilik) katsayısı olan rüyamı hatırlıyorum, pek çok gece hemen uyumadan önce yaptığım gibi.
Bu sefer o eski binadaki biraz viktoryen, antika görünüşlü daire, hazırlamaya çalıştığım tatlı tabakları, eriyen dondurma ve keserken mundar ettiğim meyve (şeftali yada mango ya da onun gibi bir şey olduğunu sanıyorum) var aklımda. Belki de bir sonrakine hazırlık yapıyorum. Belki susmam gerektiği halde susmuyorum (ki bu gerçekten hiç önemli değil; tepelerin arasında yaptığımız tüm o yolculukların yanında). Burada kalışımız yoruyor bizi; gitmek konusunda hiçbir fikrimiz yok, belki daha sonra olacak.
***
Aslında her şey fazlasıyla
pisleşebilir, bunu biliyoruz.
Geçen gün sevgililer günüydü.
Yaklaşık bir haftadır mesaiden 6’da çıktığım için trafiğin en civcivli, en
boğucu zamanına kalıyorum. O gün de otoparkın kapısından bile on beş dakikada
anca çıkınca, yolumun üzerindeki alışveriş merkezine girip trafik biraz
rahatlayana kadar vakit geçirmeye karar verdim (çünkü o gün henüz “yeteri kadar sevgililer
günü muhabbeti görmemiştim”). Bir yandan da sevgililer günü münasebeti ile
kendini alışveriş merkezine atmış çiftleri, çok gençleri, az gençleri, aşktan
beklentisi çoktan karşılanmış olanları ve diğerlerini gözlemleme fırsatım oldu.
Bir kere şunu söylemeliyim;
erkeklerin kadınlar hakkında genel olarak şikayet ettiği pek çok noktada onlara
hak veriyorum. Alışveriş merkezinde gezen çiftler arasında en çok dikkatimi
çekenler, çanta ve torbaları taşırken kabullenmiş gözlerle etrafı seyreden
erkekler ile erkeğe ilgisiz, askıdaki kıyafetlere ise kesinlikle ilgili
kadınlar oldu. Eve dönerken arabada bunu düşündüm; ilişkilerin bu kıvamını
sevmiyorum işte. İnsanın “sevgilisinin olması” tek başına yeterli bir şey
değil. “Aşk” konusunda insanların kafasının çok karışık olduğunu düşünüyorum;
bunun temelinde toplumsal baskılar, medyanın şekillendirmeleri gibi çok şey
var; bunlara girmeyeceğim. Aynı gün arkadaşlarımla benzer konulardan sohbet
ederken, biri ilişkisinin bitmek üzere olmasına rağmen “kendini yalnız hissetme”
duygusuna, bir kişinin getirdiği güven duygusunun yokluğuna alışkın olmadığı
için ayrılamayacağını söyledi (ya da buna benzer bir şeydi, tam hatırlamıyorum).
Bir kişiden tek başına gelen güven duygusu bana bir “aşk” ilişkisini yaşatmak
için yeterli gözükmüyor. Evet, insanın aşık olduğu kişi kesinlikle ona güven
duygusu verir, ama insana güven duygusu veren her şey aşk demek değildir.
Şundan da eminim, hayatımda güven duyduğum, her zaman yanımda bulduğum, her
zaman yanımda bulmak istediğim, her zaman yanımda olacağına inandığım ve her zaman da yanında olmak istediğim biri var;
ama aşk değil bu. Aşkla karıştırılmaması gereken bazı şeyler elekten
geçirilmeli; çünkü eğer bu duygular doğru şekilde anlaşılıp, gerektiğinde
elenmezse, çok büyük karışıklıklar yaratabilir. İnsanların kişisel olarak
duygularını yeteri kadar iyi tanıyamadığını düşünüyorum. En küçük bir güven kıvılcımı
aşk olarak nitelendiriliyor; aslında bu koskocaman ve tehlikeli bir tümevarım. O kişide
olmayabilecek pek çok şeyi (ki bunlar ne, bilmiyorum) olabilecekmiş gibi
varsaymak biraz “desteksiz” bir atış bence.
Evet, ne diyordum; yolda giderken
konu üzerinde düşüncelerim öyle güzel toparlandı ki, birden kendimle ilgili çok
önemli bir gözlemin sonucuna vardım (maalesef şu an o kadar güzel
toparlayamayacağım): Yanımda çok büyük güven duyduğum, çok sevdiğim bir insan
var, ama ona aşık değilim. Bir insana güven duymakla bir insana aşık olmak arasındaki
farklar neler? Bir insana aşık olmak gerekiyor mu gerçekten? Yoksa aşık
olduğunu sanan insanların aradığı şey aslında biraz ilgi, biraz güven duygusu
mu? Bu duyguları aşktan ya da aşk sandığımız şeyden başkası veremediği için mi
kendilerini bu şekilde mutlu etmeye çalışıyor insanlar? Aşk buysa buna
gerçekten gerek var mı? Bir hayli ilginç bir şekilde, görünürde ne kadar boş,
mantıksız olursa olsun, insanların, ergenlerin ve duygusal açıdan ergen
kalanların alışveriş merkezlerinde, sinemalarda yaşadığı o pıtırcıklı “aşk”
kıvamını yaşamayı bu düşüncelerime rağmen, hâlâ isteyebileceğimi fark ettim. Bu bana
çok ilginç geldi; çünkü aslında hayatımda güven duygusu zaten vardı. Demek ki,
güven duygusundan farklı olarak o ilişkilerde bulunan ne varsa, insan o şeyi
istiyor hayatında. Demek ki, orada farklı bir şeyler var ve işin daha da güzel yanı, ben saplantılara katlanmak yerine, o şeyi aramaya devam ediyorum.
Alışveriş merkezinden çıktığımda
trafik aynı boğuculuğuyla devam ediyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder