11 Eylül 2012 Salı

Defterdarlar Sokağı'nda yüzü buruşmayanlar

Ne biliyorsak yutalım gitsin, herkes yoluna baksın ve kazandığımızı zannederek kendimizi avutalım. Yetinmesini bilmeyen, hep fazlasını isteyenin ıslak imzası... Ben yazdığım cümleleri hiç silmem ki buralarda. Koskoca bir kayıp olurdu, boşluk içinde bir kayıp. Eksiyle eksinin çarpımı artı yapmıyordur belki de; abartmayalım. Çöllerde dolduk taştık, etrafı görmez olduk, gözlerimize kum girdiği için görmüyoruz sandık; halbuki görecek bir şey de yoktu aslında, uçsuz bucaksız tepelerden başka. Onu gördüğümüzü neden saymıyoruz o zaman? Çünkü bize bir faydası yok. Faydası yoksa çöpe atarız, bir daha yüzüne bile bakmayız. Yüzüne bakmıyorsak gözüne neden bakalım? Ya yüzüne değil de, sadece gözüne bulaştırmışsa? O zaman bulanıklıklar arasında bir bulantı gelir bulur bizi; gözlerimizle kulağımız uyuşmaz; taşlar yerinden oynamıştır bir kere. Biyolojik dolambaçlardan geçip dünyaya baktık; yön tabelası işleri daha da karışık hale getirdi. Bilmedik, anlamadık, anlamaya çalışırken elimiz kolumuz bağlı oturduk. Sonrası ise çöllerden çıkış; vadilere iniş; çöken sis. Değişti sandık; ama değişmemişti. Değişmedi derken de değiştiğini biliyorduk. O zaman ağlayıp sızlanmak niye? Kelimelerden kaçalım, ellerimizi bağlayalım, ayaklarımızla yürümeye devam edelim. Yine bir şey değişmedi; yine yolumuzu bilmiyoruz. Boşu boşuna uğraşmadık yine de; bulunduğumuz yer değişiyor gibi sanki. Belki de hiç değişmiyor; belki biz değişiyoruz. Belki vadinin yukarısından uzatılan halatlar değişiyor zamanla; ama kancamız yok; ya ellerimiz kanaya kanaya; ya da boşlukta uğraşarak. Yazdıklarım gerçekten beni mi yansıtıyor; emin değilim. Başka biri oldum galiba; ya da bu kişi olmayı istemediğim için böyle söylüyorum. Bilmemin imkanı yok. Beckett'ın neden paragraf başı yapmadığını anlar gibi oldum biraz; aslında arada hiç boşluk yok ki. Baş yok, son yok, orta yok; her şey akışkan, kurabiye yaparken poşetten bardağın içine dökülen şeker gibi biri diğerini çağırıyor; binlercesi var; gördüğümüzü sanmıyoruz bile; halbuki sandığımızı sanmıştık. Kimiz biz? Anlık değişimler? Artık ben olmayan ben? Yeni bir ben? Ben bir yeni? Eller kollar uçuşuyor havada ama diskolarla alakası yok bunun; evet bu karmaşada disko kelimesi biraz şaşırtsın sizi; hafif iğrendirsin; hafif karıştırsın; biraz da hoşunuza gitsin belki. Sizler ve bizler diye ayırmışız nasılsa; oysa insan yalnız ki. Onu "başkası" olarak gören kimse olmasa bile o kendisini "başkası" olarak gördüğü için yalnız. Her şeye kendi açısından baktığı için yalnız; kendi bakışından başka açıları görmediği, göremediği için yalnız. Bunda korkulacak, garipsenecek bir şey yok. Hem birlikteyiz, hem yalnızız; üstelik şarkıdaki gibi arada "ama" bile yok; yani vaziyet bundan çok daha iyi. Kayıplarda buluştuk belki; biraz daha derini kazarsak "Dünyanın Merkezine Yolculuk". Dünyanın merkezine yolculuk da eski zamanlara yolculuk, tozlu bir otobüsteyiz; garip bir kumaş. Çöllerden çıktık, vadileri geçtik; şimdi tozlu bir otobüs bizi bekliyor; zamanın derinliklerine uçurmak için.

Cümleleri silmemek için hiç yazmıyorum artık. Arada bir paragraf başı herkesin hakkı; yoksa kimse okumaz artık beni. Uzun yazılar sevilmiyor; herkes benim kadar sabırlı değil. Bak; "Birilerinin okuması için yazmıyorum" derken, uzun yazılar okunmadığı için kısa kesmeye kalktım. Dolaplar boştu; koskoca bir leğen, içinde kirli bir su ve köpükler. Düşünmemem gereken şeyi düşünmemek için yapıyorum bunları. Sözde saçma gibi görünse de, gerçekte bir o kadar mantıklı. İnanamazsınız. Belki inanırsınız, çünkü inanmak mantık gerektirmez. Mantıklı düşündüğünüz zaman vardığınız sonuç inanmak değil, görmektir. Emin olmadığınız şeye inanırsınız. Yine de konuyu toparlamayalım bir yere. Belki daha sonra. Şimdi gittiği kadar böyle gitsin; hızlı yazdıkça beynim oyalanıyor. Bir noktadan sonra pes edecek; biliyorum. Arada yine ufak tefek ataklar yapıyor ama bastırmasını biliyorum; tek yapmam gereken tuşlara daha hızlı basmak. Buna rağmen, son cümlelerdeki akıcılığın farkına varmışsınızdır belki. Üstelik artık beğenmediğim kelimeleri silip yenileriyle de değiştirmeye başladım. Ne oluyor; açılıyor muyum? Bütün bunlar her şey başlamadan önce çıkmış sözcükler topluluğu muydu şimdi? Hani konsere çıkmadan önce yapılan ses alıştırmasında çıkan garip garip sesler gibi diyorum... Sanmıyorum. Yine de bu durum biraz daha farklı; ben belki bütün konseri böyle götürürüm. Belki benim konserle de işim yok; en nihayetinde hangi şarkıcı bütün konseri ses alıştırmaları sırasında çıkardığı garip seslerle geçirir ki? Belki bu aynı şey değildir ama, o kadarını bilemiyorum.

Açıklık istemiyorum, hiçbir şey açıklığa kavuşmasın hadi. Olasılıklar denizinde yüzmeye devam. Şu ana kadar şunu yazmamış olmam kabahat zaten. Niçin bu kadar bekledim? Ben de bilmiyorum. Komik değil; kolay da değil. Üstelik yavaşladım da. Ben kendimi ona açtıkça o daha yavaş geliyor sanki. Korkuyor mu? Ben daha kolay kabulleniyorum artık; belki gerçekten de tongaya düşmemişimdir bu sefer.

Biraz sussun şimdi. Tam şu an.

Vincent van Gogh, Vase With Fifteen Sunflowers (On Beş Ayçiçekli Vazo)

***

Komik olduğunu sanmışsın ama hiç de öyle sayılmaz. Daha iyiyim yalnız, daha az korkuyorum. Saf yanım daima biraz "çen çen"; onu susturmak istemiyorum ama bazen "E bi yavaş" da demem gerektiğini hissediyorum. Biraz daha anlaşılır olayım istiyorum bu sefer; yeter kendimle bu kadar uğraştığım. Sekiz yıllık emektar gözlüğümün vidaları yıprandı, artık tutmuyor. Bazen sadece kendimi başkalarının yerine koyuyorum; kabıma sığamıyorum. Sığmak da istemiyorum ki. Koskoca dünyada niye tek bir kişi olayım; empati kurup başka herhangi bir insan olabilmek varken... Yine doğru düzgün anlaşılır şeyler yazayım derken sosyal mesaj vermeye başladım; bu alışkanlığıma da biraz uyuz oluyorum hani... Siz beni bugün pek dinlemeyin bence, baya da bir bulamaç oldu bu zaten. Bu seferlik belirli bir sebep sonuç ya da özne nesne ya da nitelik ilişkisine bağlı bir şeyler yazmaktan vazgeçtim belki; ya aklıma gelmiyor, ya da uğraşmak istemiyorum, ya da başka bir şey. Başım ağrımaya başladı. Amacımın bu olmadığı kesin; ama beynime kısa devre yaptırmayı başardım galiba.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder