Basit insanların basit eylemlerine odaklanıp kendi kendimi yiyip bitirebilirdim şu an. Fakat ben tam tersini seçiyorum; kalpleri dopdolu insanları hatırlayıp, dünya üzerinde samimiyetini kaybetmemiş şeylerin hâla varlığını sürdürdüğünü hatırlatıyorum kendime. Ve yine başrolde aynı kişi var:
"Bazı insanlar vardır ki, canlı, ıslak çayırlar üzerindeki sisli, ama güneşle aydınlanmış, açık pembe-açık sarı-yavruağzı renkteki temiz, ferah öğleden sonra havası gibidirler."
"Pisliğe batmış bir sürü yer; ve bir sürü zihin kendi üzerine kilitler vurduğu dar, ışıksız zindanlarda çürümeye bırakmış kendi kendini" diyebilirdim; çok güzel söylenir, söylenirdim. Söylenmek için çok sağlam sebeplerim var. Yine de yapmıyorum bunu. Belki bana "Aptalsın sen" diyeceksiniz, ya da yarın öbür gün bu yazıyı okuduğumda ben kendime söyleyeceğim bunu; ama yine de odaklanabileceğim güzellikler var hayatımda. Güzel şarkılar var, güzel doğa fotoğrafları var; insanın hafızasına kazınan renkleriyle. En önemlisi de, insanı hayal kırıklığına uğratmayan o güzel, temiz "akıl"lar var. Bazılarının benim için önemli olduklarını bildikleri, ama bazılarının da ne kadar önemli olduklarının farkında oldukları şüpheli olan o güzel akıllar.
Ben o akıllar sayesinde gördüğüm bütün o pis, bulanık zihinlere rağmen gerçek sevginin, güvenin, aşkın, dostluğun bir yerlerde bir şekilde hâla var olduğuna inanıyorum. Bu durum, bana bütün o oyunların, sığ fikirlerin, temellerinde bu sığ fikirlerin olduğu sığ eylemlerin hepsini bir kenara bırakıp, sevilesi olanı "sevmeye inanabilmek" için güç veriyor. Hatta o kadar seviyorum ki, bunları yazarken bile midemde kelebekler uçuşuyor. İster inanın, ister inanmayın.
"Here comes the sun
Here comes the sun, and I say
It's alright"
(Bu blog Beatles - Here Comes the Sun eşliğinde geçirilmiş bir günün ardından, yine aynı şarkı eşliğinde yazılmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder