1 Mart 2010 Pazartesi

ıslak toprak kokusu.

Bir önceki kaydı yazdığım dakikalarda biliyordum.

Bilinçli bir bilme hali değildi ama havada iyi bir şeyler olduğu bilinçaltımda yatıyordu. Orada biliyordum. Nitekim güzel şeyler oldu.

Yine Debussy'nin Clair de Lune'ünü dinliyorum, yine aynı ıslak toprak kokusu burnumda.

Bir an için plân yapmaktan vazgeçmeyi gerçekten istiyorum, sadece bodoslama dalış yapmak. Bu gerçekten harika olurdu. Hayatın bilinmezliğine ve insan isteyince o kişiye yol açmasına bir kere daha güvenmek istiyorum.

Şimdi yeniden derin bir nefes alıyoruz ve notaların beynimizin içinde yağmur tanesi gibi düşmesine izin veriyoruz.

Bu aralar kafayı yağmurla nasıl da bozdum, değil mi...

Belki de huzurlu yağan bir yağmuru ya da yağan yağmuru bir yere yetişme kaygısı gütmeden huzurla seyretmeyi özlediğimdendir.

Düm Pınar'la Bilkent'te squash'tan dönerken spor salonundan servis duraklarına doğru yürüyorduk. Harika bir hava vardı; asfalt, yağmur suyuna çarpan güneş ışığıyla parlıyordu, bir yandan sessizlik ve tanelerin sesini duyabilmek... Yolun kenarından akan yağmur suyunun berraklığı bile dikkatimi çekti orada. Arada böyle güzellikler oluyor işte. Bilkent'in en sevdiğim yanlarından biri bu sanırım, haftasonları oldukça huzurlu ve çekilebilir bir yer olabiliyor.

Yolun kenarındaki o berrak su gibi sessizce ama içten içe hareketli bir şekilde akmak istesem...

Akarım.

İstiyorum o zaman.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder