23 Ekim 2009 Cuma

Teori, pratik ve kontrol kurmaya çalışmak

Dünya çapındaki en sıkıcı dersler kümesinin en gözde elemanlarından birine daha hoşgeldiniz!

İnsan gördüğü şeyleri içselleştirmekte zorluk çekmiyorsa, onu öğreniyor demektir. Benim bu dersi öğrenmem için kim olduğunu bilmediğim birilerinin 6686437296 fırın ekmek yemesi lazım.

Dün neden bahsetmiştim, evet, şu insanın yüzüne tokat gibi çarpan mutluluktan. Bununla ilgili devam etmek istiyorum, bunun hakkında düşünmek istiyorum ama oturduğum sandalye çok rahatsız, belimi ve ayağımı ağrıtıyor. Hoca ne olduğu hakkında pek fikrimin olmadığı şeylerden bahsediyor. Sınıfça sıkılıyoruz. Sıkıntı hâli hepimizin yüzünde bir sıcaklık gibi yayılıyor, beyin ve kas hücrelerimizi ele geçiriyor, metabolizma hızımızı düşürüyor.

Empati insanı hayvanlardan ayıran özelliktir derler. Hak veriyorum.

O kadar sıkılıyoruz ki, demin arkamdaki sıradan "Alooo... Alooo..." diye bir ses geldi. Zeynep'in telefonundan biri sesleniyor.

Dersi dinleyebilmek için fazla sebebim yok, her şey "programlı".

Tokat gibi çarpan mutluluk diyordum; bugün stochastic dersinde yine karşıma çıktı. Uzun zamandır aradığım cevapları meğersem birileri formül yapıp kitaplara koymuş, "stochastic modeling" (rassal modelleme) adı altında satıyor. Teorik olarak her şey yolunda, ya pratikte ne yapmalı?

***

Dünyanın en sıkıcı dersi tüm sıkıcılığıyla devam ediyor, ilk kırk dakikayı nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde geride bıraktık.

Yol aramayı bırakıp, hedefe odaklanmak belki gerçekten de yapılması gereken şeydir. Hayatta bazen kendi kontrolümüz dışında gelişen olaylara da fırsat vermeliyiz. Çünkü kontrol sağlamaya çalışmak, bir yerden sonra insanı çığırdan çıkarabiliyor. Tıpkı çok konuşan öğrencilerle dolu bir sınıfta hakimiyet sağlamaya çalışan ezik, puskun bir öğretmen gibi. Kaotik evrenimizin her bir köşesinden milyonlarca, hatta sonsuz sayıda parametre, hayatımızın her t anında bir şeyleri belirliyor, onlara yön veriyor. Ben burada sıkılmış oturuyorken kimileri doğum yapıyor, kimileri hayata gözlerini açıyor, kimileri yumuyor, kimileri yemek pişiriyor, kimileri toplantıda, kimileri balık avlıyor, kimileri yaşamaya çalışıyor, kimilerinin başı mafyayla belada.

Ve bir kere daha aynı sonuca varıyorum, evrenin bilinmezliğine güvenmek gerek. Bunu fark ettikçe kazandığımı fark ediyorum.

Kazandığımı fark ediyorum, çünkü tüm gereksiz ayrıntılara rağmen umut, insan ruhunun kimyasıyla katalize oluyor ve mutluluğa dönüşüyor. İnsan ruhunun kimyası derken, kendimizi derinliklere bırakıyoruz. Çok değil, kısa bir süre. Alakasız yer ve zaman dinlemiyoruz. Tüm o olasılık bulutları bir anda gerçek oluyor. Maddi dünyanın sınırları kayboluyor. Çok kısa ama. Aniden uyanıyoruz. Yine saçma sapan bir ders, kıçı acıtan sıra. Ama tokat gibi çarpıyor mutluluk.

Aradığımız şey buydu işte. Arkana yaslan, belki biraz haberin olsun kuantum fiziği denen şeyden. Gerisi sana kalsın.

***

(Ders arası)

***

Dünyanın en sıkıcı anlatışıyla geçen ikinci derse de girmiş bulunuyoruz. Murat Işıklı, demin yazının buraya kadar olan kısmını okudu, sonunda sadece "Aferin" dedi, güldü. Galiba yazdıklarımdan pek bir şey anlamadı. Haksız da değil. Yine de, birilerinin beni anlaması durumunun güzel olacağını kabul ediyorum, ama illâ birilerinin beni anlamasını da beklemiyorum. Sadece yazarak çalışıyorum diyim.

Dışarıdan bir saksağanın sesi geliyor, inatla bağırıyor sanki hocaya; "Be adam, bırak şu çocukları, ya da adam gibi anlat!" diyor. Şimdi sustu, galiba pes etti. Hikmet yanımda ilaç kabının alüminyumunu yoluyor.

Dün ne diyordum, bugün nerelere geldim. Hoca demin sınıfa bir soru sordu, Alp cevap verdi. Demek ki dinleyebiliyorlar. Ben dinleyemiyorum, kabul etmiyorum, çünkü bu kadar detayın amacını, bu kafa karıştırmaların sebebini bilmiyorum.

Bu akşamüstü (yaklaşık 2.5 saat sonra) opti quizim var, çalışmalıyım, ezberlemeliyim.

15:05 - CS281 (Computers and Data Organization)

Sıkıcı ötesi.

Ayrıntılara takılmıyorum, farklı şekillerde de olsa yoluma devam ediyor olmalıyım.

8 Ekim, 2009.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder