18 Ağustos 2012 Cumartesi

Koşul kipinin peşinden koşturmalar

Dünyada sevdiğim bütün şarkıları birleştirip tek bir şarkı yapsam? Böyle bir yeteneğimiz olsaydı ya? Uzun zaman önce okuduğum bir yazıya göre, köpekler karışık bir sesler bütününde her bir sesi ayrı ayrı duyabilirlermiş. Dört dakika içinde bozuk moraller tavan yapabilse bu şarkılarla; ben de bir yandan devrik cümlelerden kurtulabilsem mesela. Bir de gerçekten el yazısıyla yazabilsem... Her yazdığım şeyde alternatif evrenler uçuşup durmasa kafamda (bir şey üzerinde fazlaca kafa yormanın dezavantajlarından biri), ya da cümleleri kelimelerin üstlerini karalamak zorunda kalmadan tek seferde doğru yazabilsem... Bunları da bir yana bırakıp, kelimelerin üzerlerini karalama konusundaki kurallarım daha az sıkı olsa (cümle konu kurma konusunda daha iyi olduğumu iddia etmek üzereyken, dalgınlığım oldukça acımasız bir şekilde araya girdi). Bir de cümlelerdir kullandığım şu koşul kipinden kurtulabilsem mesela, kaç defadır hiç çekinmeden kullanıyorum onu; şimdi nasıl onu bırakıp da başka bir kipe geçeceğimi bulamıyorum. Müziklerin beni heyecanlandırdığı kadar heyecanlı bir hayatım olsa gerçekte de... Dionne Warwick'ten What the World Needs Now Is Love'da usulca şarkıya giren, adını şimdi çıkaramadığım (ben bunu bir düşüneyim-hayır düşünmeyeceğim, hala ayırt edemiyorum sesleri, daha fazla klasik müzik konseri dinlemem gerek) üflemeli çalgı gibi olsa bazı şeyler... Dizi senaryosu istediğimin farkındayım; ama böyle şeyler yaşayanları görüyorum ve şu anda gerçekte olup bitenlerden pek de hayır gelmiyor. Kısıtlarla dolu bir dünya, onun ufak, ama onun kurallarını birebir taşıyan alt kümesi... Benim birtakım işe yarar ve işe yaramaz inatlarım...

Koşul kipi tehlikelidir; her bünye kaldıramaz onu. Koşul kipi, biraz olacakların, olabileceklerin ne olduğunu bilmek, dahası onları göze alabilmektir. İşte tam da bunu herkes yapamaz, üstesinden gelmek hiç de sanılacağı kadar kolay değildir. Çokça "keşke"yi beraberinde getirir; oysaki insanlar "keşke"lerden korkar, korkutulurlar. Halbuki asıl zarar veren şey "keşke" demek değil, "keşke"nin getirilerini göze almadan bunu yapmaktır. İnsanların korkutulmalarında kendilerinin de büyük payı vardır; çünkü dedim ya, üstesinden gelmek her yiğidin harcı değildir. Biraz üzüntü, biraz umut, bir parça hayal kırıklığı, bir parça mutluluk; ama hepsi doğru oranda birleşmezse sonuç felakete dönüşebilir; kek yaparken üç yumurtayı çırpıp, üzerine 150 kilo un eklemek ve bunun sonucunda lezzetli bir kek çıkmasını beklemek gibi bir şey.

Oysaki oranlar önemlidir. Zeytinyağlı yemeklere bir tutam şeker atarsanız o yemek tadından yenmez, ama üç bardak şekeri boca ederseniz kimse o yemeğin yüzüne bakmaz. "Keşke" dememek ise zeytinyağlı yemeğe o bir tutam şekeri atmaktan kaçınmaya benzer biraz; onsuz da yapabilirsiniz elbette, ama eğer yemeği böyle pişirmeyi tercih ederseniz, onun yemekte doğru miktarda bulunduğu gibi lezzetli olmaması muhtemeldir.

***

Hayallerim ne zaman daha renkliydi bilmiyorum; hayatım daha renkliyken mi, yoksa şimdi mi... İnsanın yaşadıkları, yaşam tarzı ve tüm bu şeyler hayal dünyasının büyüklüğünü ne kadar etkileyebilir? Gözlerimi deftere yaklaştırdıkça kalemin gölgesinin deftere düşüşü daha ilginç bir hal alsa da, şaşı görmeye başlıyorum; satırlar, noktalama işaretleri birbirine giriyor. Pek de işe yaramaz. Bağlardan çok uzakta, ama bir yandan da onların fazlaca yakınında, kelime oyunlarının arasında bir yerlerde satırlar eğilip bükülüyor. Harfler ahenkli bir şekilde birbirlerine girerken, hiç beklemediğim şeyleri düşünüp, kendime şaşırıyorum; üretmemenin sebebi düşünmemek/yeterince düşünmemek midir o zaman? Öte yandan, yargılar kesin yargılar kimseyi benim kadar korkutmuyor mu?

Paragrafların büyüklüğünün farkına varamıyorum; hayatın kendisi kadar belirsiz; üstelik beceriksiz de, çocukken kendi ellerimizle hazırladığımız anket defterlerindeki o kendini bilmiş, çiğliğini bilememiş çiğlikten farksız. Sanki kalemin ucu bozulmuş, ama inatla çalışmasını bekleyip yeni bir kalem almıyoruz. Nereye gittiği belli olmayan metaforlara sardırdım, zaten kimse dediğimden bir şey anlamıyor büyük ihtimalle. Bu beni olduğu gibi onları da durdurmuyor. Belki onlar da benim gibi belirsizlikle barışmaya çalışıyorlardır. Ama zihnimde çalıp duran The Rembrandts - I'll Be There For You pek çoğuna tanıdık gelebilir; o kadar zaman ayırıp da yazının burasına kadar gelebilen okuyuculardan bu ufacık bilinirliği esirgemem de doğru olmaz sanıyorum. Elimde olan çok az şeyden biri bu, sizle paylaştığım için mutluyum.

İşler fazla sarpa sarmaya başlamadan buna bir nefes aldırmak gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder