23 Mart 2013 Cumartesi

California'yı hayal etmek

Zaman kısıtlı, okumakla yazmak arasında gidip geliyorum. Kütüphanem tozlanmış, üstelik in on beş sayfasını okuduğum kitabım hafta başında bıraktığım gibi duruyor. Mart sonunda olmamıza rağmen kar yağıyor dışarıda, bir miktar kar karşı apartmanın balkonuna yapışıp kalmış rüzgarla. Kendimi tekrar hayatın içine çekmek istiyorum, bunun için cümleler kurmak istiyorum; belki okuduğum o yazarların hissettikleri şeyden bir parça hissetmek istiyorum ben de. Belki siz de bilirsiniz; hayatta Radiohead dinlenmesi gereken anlar vardır. Ve hayatta Richard Brautigan okunması gereken anlar vardır. Bu anların sonunda kendinizi the Mamas & the Papas'tan California Dreamin'i dinlerken bulursunuz. Yazım kuralları bu noktada beklenmedik bir hal alır. California çok uzaktadır. California güneşi çok uzaktadır. Kıştan kalma bir bahar günüdür bugün; çünkü her gün yazdan kalma ya da bahardan kalma olamaz. Bazı günler kıştan kalma olmalıdır. Doğanın korunum yasası gibi bir şey belki.

Kitaplığımda üç tane Richard Brautigan kitabı var, üçünü de daha önce okudum. Aslında toplamda dört Richard Brautigan kitabı okudum, ama biri benim değildi, ödünç almıştım. Kitap artık sahibinde. Yenisini alıp kitaplığıma koymalıyım. Bütün bu kitaplarda etrafımda hiç görmediğim, ama bir zamanda bir yerlerde olduğunu bildiğim, bunu da mutlulukla karşıladığım bir şeyler var. Sanki evimin arka kapısı varmış ve her zaman açıkmış gibi, ya da karlara çıplak ayakla basıyormuşum gibi. Mars kadar uzakta olmayan, ama yine de önemli bir uzaklıkta olan şeyler. Kafamın içinde dönen, çoğu zaman da dönemeyen şeyler; çünkü çoğu zaman kafam olmuyor. Bazı taraflarımı hafta sonunda bırakıyorum, bazı taraflarımı da hafta içinde bırakıyorum. Bu ikisinin kesişim kümesi çok küçük. Soru sormanın yetip yetmediğini düşünüyorum. Bazı sorular o kadar güzel soruluyorlar ki, tek başlarına yetiyorlar. Ben o kadar güzel sorular soramıyorum.

Sadece güneşe dokunmak ve toprağın üzerinde yürümek istiyorum. Çim değil. biçimsiz, üzerinde kuru otların bittiği, basıldığında ufak ufak olan topraktan bahsediyorum. Saatlerce yürümek istiyorum. Hapishanemden çıkmak istiyorum; bunu yaparken başka bir hapishaneye girmeden.


22 Mart 2013 Cuma

Adlandırılabilen

Şarkılar kafamı karıştırıyor. Etrafta uçuşan sözler kafamı karıştırıyor. Gecenin bu saatindeki yorgunluğum ve bıkkınlığım her şeyin üzerine yapışmış, sigara kokusunun yapışıp kalması gibi. Anlatabileceğim bir iki şey olduğunu biliyorum. Yine de anlatmaya da mecalim yok. Bunu uyumaya bile mecalim olmamasından anlamalıydım ve belki de bu işe hiç bulaşmamalıydım. Yine de, yarın erken kalkınca başımın külçe gibi olacağını bile bile, bu işe kalkıştım; çünkü bugünden bir şeyler kalması gerekiyordu.

Boğazımdaki yumruk hala duruyor. Bu yumruk hevesime, öğrenme isteğime, arkadaşlarıma duyduğum sevgi ve güvene, başarma isteğime sıkılmış yumruğun ta kendisi; yapacağı her şeyi yaptıktan sonra, her şey bitince, gelip yerleşti boğazıma. Bu yumruk, uyumsuzluk. Uyumsuzluk. Kelimeleri anlamlarını doğru düzgün bilmeden kullanıyorum; bunu daha önce okumuş ve hakkında yazılandan en ufak bir şey anlayamamıştım. Üstelik bunların eve dönerken aklımdan geçenlerle en ufak bir ilgisi bile yok. Sadece her şey bir an önce olsun ve bitsin istemiştim; çünkü hepimizin bir şekilde yoluna devam etmesi gerekiyordu.

İnsan aslında sadece tutunacağı gerçek bir neden olmadığında kendisini kandırıyor. Bunu yaparken kendisini kandırmak zorunda olduğunu bilmesi ise olayı daha da trajikomik hale getiriyor. "Ağlamayın".

Çaresizliğimizin tam ortasında; yarınki sessizliğimizi, sessizliğin içindeki bağırışlarımızı şimdiden getirebiliyorum gözümün önüne.

Tam bu sırada Samuel Beckett'ın kitabının son kelimeleri geliyor aklıma; birden aydınlanıveriyor kelimeler:

"(...) ben olacağım, sessizlik olacak, sessizliğin içindeyim, bilmiyorum, hiçbir zaman bilmeyeceğim, sessizliğin ortasında bilmek mümkün değildir, devam etmek gerekiyor, devam edemem, devam edeceğim."