Durdu. Aynadaki izdüşümünü
seyretti. Dudaklarının kenarından taşmaya meyilli koyu renkli ruja baktı.
Dışarıdan gelen sesleri duydu, sesin sahibini tanıdı. Kulak kesildi. Anlayamadı.
Biraz daha dikkat kesilip dinledi. Yine anlayamadı. Dinlemeye devam etmeyi
düşündü. Bir süre tarttıktan sonra hareketlendi, yürüdü, kapıyı açtı, çıktı,
önünden geçti ve gitti. Eğer kalıp dinleseydi duyacaklarının hiçbirini
bilemeden. Duyacakları onun hayatını değiştirecekti. Duymadıkları da hayatını
değiştirdi.
Uzaklaştı. Yakınlaştı. Renkler
arasında kayboldu. Umduğu gibi olmayan pek çok şey vardı, hepsini biliyordu.
Hepsinin farkındaydı. Hayır; hepsinin farkında değildi; ama belirli bir
kısmının farkındaydı ve bu da ona yetiyordu. Yine de o hiçbir şeyi
değiştirmedi. Nedenini bilmiyordu. Belki de biliyordu. Etrafındaki sessizlikti
onu buna iten. Sadece ne olduğu belirsiz fısıltılar vardı etrafında; hiçbirine
anlam veremiyordu; hiçbirini olduramıyordu; boşa koysa dolmuyordu, doluya koysa
taşıyordu. Fısıltıların arasından yavaşça yükselmesi gereken o melodik
mırıltıyı bekliyordu. Onu Ay’a götürüp getirmesi için. Ses dalgalarının tepe
noktasında yayılmak, yayılmak, yayılmak istiyordu. Ama o ses bir türlü
çıkmıyordu.
İnsanların çalışma masalarının
kişiliğini yansıttığını biliyor musunuz? Hayır, bununla ilgili bir makale
okumadım, bir yerden duyduğum bir bilimsel çalışmadan da bahsetmiyorum. Mutlaka
böyle bir çalışma vardır; ama onları bir yana bırakacak olursak, bu benim kendi
tespitim.
***
Gördüm. Gece esen şiddetli
rüzgarın dallardan koparıp yolun kenarında topladığı sarı yaprakları gördüm.
Sabahın erken saatlerinde batının aydınlığı ve doğunun karanlığının ortasında
ilerledim. Rüzgar otları, ağaçların dallarını, trafik lambalarının direklerini
salladı; bu direklerin arkasında, uzaklarda, yükseklerde, bulutlar çılgın
koşularına devam ettiler. Radyodaki müzik eski on yıllardan birinden kopup
gelmişti; belki de sandığımdan daha yeniydi. Uykumu güzelce alamadığım için
normalden bir saat önce keyifsizce açmıştım gözümü, karnımdaki hafriyat
çalışması bir türlü rahat vermiyordu. Oysa, arabana binip sileceklerle ön camı
temizlediğimde bu ruh halimden eser kalmamıştı. Sanki arabanın ön camıyla
beraber ben de temizlenmiştim. Yol önüme açıldı, araba sanki yol üzerinde
gitmiyor; yüzüyordu. Yeşil ışıklarda geçebildim, geçemediğimde üzülmedim. Trafiğe
neredeyse hiç takılmadım; bir Pazartesi günü için bu fazlasıyla güzeldi.
Eskişehir Yolu’nda önümdeki yol aydınlıktı; dikiz aynasından baktığımda
arkadaki neredeyse bütün arabaların farlarının yanık olduğunu görebiliyordum.
Hep beraber oradan oraya taşınıyorduk. Yol kenarındaki sarı yapraklar önümdeki minibüsün
rüzgarıyla uçtu. Otopark bomboştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder