3 Aralık 2012 Pazartesi

Alyuvarlar, akyuvarlar


Durdu. Aynadaki izdüşümünü seyretti. Dudaklarının kenarından taşmaya meyilli koyu renkli ruja baktı. Dışarıdan gelen sesleri duydu, sesin sahibini tanıdı. Kulak kesildi. Anlayamadı. Biraz daha dikkat kesilip dinledi. Yine anlayamadı. Dinlemeye devam etmeyi düşündü. Bir süre tarttıktan sonra hareketlendi, yürüdü, kapıyı açtı, çıktı, önünden geçti ve gitti. Eğer kalıp dinleseydi duyacaklarının hiçbirini bilemeden. Duyacakları onun hayatını değiştirecekti. Duymadıkları da hayatını değiştirdi.

Uzaklaştı. Yakınlaştı. Renkler arasında kayboldu. Umduğu gibi olmayan pek çok şey vardı, hepsini biliyordu. Hepsinin farkındaydı. Hayır; hepsinin farkında değildi; ama belirli bir kısmının farkındaydı ve bu da ona yetiyordu. Yine de o hiçbir şeyi değiştirmedi. Nedenini bilmiyordu. Belki de biliyordu. Etrafındaki sessizlikti onu buna iten. Sadece ne olduğu belirsiz fısıltılar vardı etrafında; hiçbirine anlam veremiyordu; hiçbirini olduramıyordu; boşa koysa dolmuyordu, doluya koysa taşıyordu. Fısıltıların arasından yavaşça yükselmesi gereken o melodik mırıltıyı bekliyordu. Onu Ay’a götürüp getirmesi için. Ses dalgalarının tepe noktasında yayılmak, yayılmak, yayılmak istiyordu. Ama o ses bir türlü çıkmıyordu.

İnsanların çalışma masalarının kişiliğini yansıttığını biliyor musunuz? Hayır, bununla ilgili bir makale okumadım, bir yerden duyduğum bir bilimsel çalışmadan da bahsetmiyorum. Mutlaka böyle bir çalışma vardır; ama onları bir yana bırakacak olursak, bu benim kendi tespitim.

***

Gördüm. Gece esen şiddetli rüzgarın dallardan koparıp yolun kenarında topladığı sarı yaprakları gördüm. Sabahın erken saatlerinde batının aydınlığı ve doğunun karanlığının ortasında ilerledim. Rüzgar otları, ağaçların dallarını, trafik lambalarının direklerini salladı; bu direklerin arkasında, uzaklarda, yükseklerde, bulutlar çılgın koşularına devam ettiler. Radyodaki müzik eski on yıllardan birinden kopup gelmişti; belki de sandığımdan daha yeniydi. Uykumu güzelce alamadığım için normalden bir saat önce keyifsizce açmıştım gözümü, karnımdaki hafriyat çalışması bir türlü rahat vermiyordu. Oysa, arabana binip sileceklerle ön camı temizlediğimde bu ruh halimden eser kalmamıştı. Sanki arabanın ön camıyla beraber ben de temizlenmiştim. Yol önüme açıldı, araba sanki yol üzerinde gitmiyor; yüzüyordu. Yeşil ışıklarda geçebildim, geçemediğimde üzülmedim. Trafiğe neredeyse hiç takılmadım; bir Pazartesi günü için bu fazlasıyla güzeldi. Eskişehir Yolu’nda önümdeki yol aydınlıktı; dikiz aynasından baktığımda arkadaki neredeyse bütün arabaların farlarının yanık olduğunu görebiliyordum. Hep beraber oradan oraya taşınıyorduk. Yol kenarındaki sarı yapraklar önümdeki minibüsün rüzgarıyla uçtu. Otopark bomboştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder